1 Ocak 2024
Sevgili Tijen
Ne tuhaf değil mi? Her yıl yeni yıla çocukluğumdaki gibi umut ve sevinçle giriyorum. Oysa belli bir yaştan sonra pek de sevinecek bir şey yok. Gün geçtikçe daha yaşlanmak, hastalıklarla boğuşmak, sevdiklerimize destek olmak, kayıplar…. Bir sevdiğimizi yitirdiğimizde “mekânı cennet olsun” gibi klişe lâflarla kendimizi avutmaya çalışsak da yaşadıklarımız hiç de iç açıcı değil. Yaşadığımız toplum, ekonomik kriz, deprem korkusu, sorunlar, kaygılar ayrı bir konu, üstünde durmak bile istemiyorum. Öte yandan bütün dünya kaynıyor. Bir türlü bitmeyen Ukrayna Rusya savaşı, İsrail’deki son gelişmeler, Gazze’de yaşananlar, televizyondaki savaş görüntüleri insanın yüreğini daraltıyor. Öyle ki artık televizyon izleyemez oldum.
Yaşam bitpazarında bir gezinti
Yine de hayat benim gibi yaşama olumlu bakmayı başaran bir insan için iç açıcı, küçük sürprizlerle sürüp gidiyor. Güneşli bir gün, denizde uçuşan bembeyaz martılar, arkadaşlıklar, sadece yemek değil sevgi de dilenen minicik bir kedi, etkileyici bir film, harika bir dondurma, komik bir olay, dostlarla lezzetli bir sofra, çarpıcı bir fotoğraf karesi etkileyici bir kitap, bir rakı gecesi, çarpıcı bir tiyatro oyunu, güzel bir yolculuk, Norbert’le keyifli bir sıcak şarap akşamı…
Şimdi de 2023 de olup bitenlere bakarken bana yaşam gücü veren, olumlu şeyleri keşfetmeye çalışıyorum. Yaşam karmaşık bir bit pazarı gibi. Korona öncesi bit pazarlarında dolaşmayı çok severdim, kırık dökük, tozlu nesnelerin içinde güzel bir şeyler keşfetmek, eskiyle yeninin kesiştiği noktada eskiye yeni bir can katmak…Yaşam da öyle değil mi? Bugünü yaşarken geçmişteki güzel anlar sana güç veriyor, bazen geçmişten bir şeyleri bugüne yepyeni bir biçimde aktarıyorsun, bugüne renk katıyorsun.
Olumlu enerji ve direnme gücünün sırrı
Bundan tam on sekiz yıl önce Reiki’yi öğrendikten sonra beynimizin nasıl işlediği üzerine düşünmeye başladım, bu alanda sayısız kitap okudum. Aslında bizler kötü bir güç tarafından büyülenmiş gibi yaşıyoruz.
Antik Tiyatroda insanları kukla gibi yöneten Tanrılardı. Öfkenin öfkeyi, şiddetin şiddeti üretmesini sağlayarak dünyayı bir anda karanlığa boğuyorlardı. Tek tanrılı dinler doğduktan sonra Tanrıların adı Kader oldu. Ama günümüzde Tanrılara da Kadere de inanmıyorsak her şey apaçık ortada değil mi? O kadar ki belli durumlarda nasıl davranacağımızı önceden hesap etmemiz bile mümkün, yapay zekâ her şeyi önceden hesaplıyor, bu açıdan da neredeyse robot gibiyiz. Bu gerçek belki de yaşadığımız bütün kötülüklerin özünü oluşturuyor.
“Düşüncelerimin, beynimin akışını nasıl değiştirebilirim? Farkındalığımı nasıl geliştirebilirim? Daha bilinçli, daha bilgece nasıl yaşayabilirim?” Bu soruların yaşam felsefemi oluşturduğunu söyleyebilirim. Ben bir çok kimse gibi uzun uzun yoga ya da meditasyon yapmıyorum, bu alanda öğrendiğim her şeyi doğrudan günlük yaşamıma yerleştirerek içselleştirmeye çalışıyorum. İçe dönme çalışmalarının insanı günlük yaşamdan kopardığı söylenir, aslında tam tersi insanın görmek, anlamak ve bağlantıları kurarak düşünmek yetisi böylelikle artıyor; kısaca bu çalışmaların sayesinde insan kendi dışına çıkıp ego’nun dar sınırlarını kırabiliyor. Söz gelimi neden şiddet dolu bir dünyada yaşıyoruz? Bu şiddetin nedenleri ve kökenleri nedir? Neden özellikle kadınlar ve çocuklar bu kadar büyük bir baskı altındalar? Bu soruları sorarken kendimden ve kendi öykümden ister istemez uzaklaşıyorum. İşte kendi sınırlarımı aşmaya çalışıyorum dediğim de bu. Bunu yapmaya başladığımız anda insan ilişkileri de değişiyor, bir sis bulutunun içinde yitip gitmiş olan eski arkadaşlıklar canlanıyor, yeni insanlar yaşamımıza giriyor, yeni dostluklar doğuyor, bir de bakıyorum ki hiç tanımadığım insanlar bana kendi öykülerini anlatıyorlar. Gönül gözüyle dinlemeyi öğrendiğim için şimdiye değin alıştığımdan çok farklı bir yaşamın içinde buluyorum kendimi. Sonra da yaşadıklarımı, deneyimlediklerimi özümseyerek yazıyor, bana hem çok yakın hem de çok uzak olan bu insanlara ses vermeye çalışıyorum.
Hatırlayamadıklarımız ve Kadın Oyunları
Bu yıl Kırmızı Kedi yayınevinde çıkan iki kitabım çıktı. Yeni çıkan Hatırlayamadıklarımız romanım ve toplu kadın tiyatro oyunlarımı topladığım, Babalar, Amcalar ve Diğerleri, Yüzleşmek ve Erkeklik Hapishanesi kitabım. Bu kitaplarımda hep belli soruların izini sürüyorum. Belki de bu nedenle sen Hatırlayamadıklarımız romanını sosyolojik bir araştırmaya benzetmiştin hatırladın mı? Tabii ki ilgisi yok. Ama son yıllarda bizde tiyatro, roman, film kısaca sanat deyince akla ilk gelen pırıl pırıl bir dil, güzel buluşlar, metaforik bir dil, çarpıcı bir anlatım oluyor. Düşünce ise geri plana itiliyor. Bu, bugünün genel eğilimi. Bu nedenle bu düşünceni anlıyorum. Ama benim hocalarım benden bir kuşak önce yaşamış olan ve çok iyi gözlemleyen ve düşünen yazarlar ve sanatçılar. Kısaca kitaplarımda belli sorunların izini sürerken yaşadığım karmaşanın içinde kendime göre bir alan açmaya, bir düzen kurmaya çalışıyorum. Önemli olan görmek, üstünde düşünmek ve anlamaya çalışmak. Sanatın bu gizilgücünden yazabildiğim sürece yararlanmak isterim.
Biliyorsun benim en sevdiğim şey çalışmalarımın başka sanat üretimlerine yol açması ya da ortak çalışmalar. Böylece bir kapı diğerini açıyor. Lena, Leyla ve Diğerleri oyunum belki de 150. Temsilini vermiştir. Oyuncu Filiz Demiralp Sivas Devlet’ten Ankara’ya geçtikten sonra oyun Güneydoğu Anadolu’nun tekelinden çıktı Ankara ve İstanbul’da da oynanmaya başladı. Güzel bir gelişim de Hayal Satısı ‘nın Devlet Tiyatrosu’nda sahnelenecek olması. Büyük olasılıkla Berna Laçin’in yorumundan çok daha farklı bir yorumla gündeme gelecektir. Umarım yaratıcı oyuncusunu ve yönetmenini bulur. Erkeklik Hapishanesi de yakında İzmir’de oynayacak. Bunlar güzel haberler…
Öküz öldü ortaklık bitti
Yaşam bitpazarında dolaşırken, bir süre yaşamıma giren güzel şeyler ürettiğim ama bugün yollarımın ayrıldığı insanları da çok düşünüyorum. Yolların ayrılması çok doğal da bunun kırıp dökerek değil de iyi bir biçimde olması gerekiyor. Bu yaşıma geldim, hala bazı şeyleri anlamakta çok zorlanıyorum. Çocukluğumdan küçük bir anı: Dokuz, on yaşlarındayım, bir sınıf arkadaşım var, beni çok seviyor, yere göğe koyamıyor, bu hem hoşuma gidiyor hem de yapmacık bir şeyler hissediyorum bu dostlukta. Ama yaz tatilinde birbirimizden uzakta kaldığımızda kötü bir şey oluyor, arkadaşım beni unutuyor, ona mektup yazdığımda cevap bile vermiyor. Tatil dönüşü yüzüme bile bakmıyor, çünkü yeni arkadaşlıklar edinmiş, kısaca öküz ölmüş ortaklık bitmiş.
İnsan ilişkileri ne tuhaf değil mi, ne çok çıkar, ne çok hesap var işin içinde. Benim yakınlaşma ya da gönül bağı sandığım ne çok sahtelik var. Çocuklar da inan ki büyüklerin küçük bir modeli gibi. Ama şimdi bu yaşıma geldikten sonra fark ediyorum ki, kendilerini her zaman haklı görerek ve en absürt biçimde aklayarak herkesi kıran, bir çırpıda yüz bin yalan söylemekten kaçınmayan bu insanlar aslında büyük bir mutsuzluk ve tatminsizlik çemberinin içindeler. Bana düşen bu tür insanlardan ve olaylardan zarar görmeden kendimi korumaya çalışmak. Ama ortak çalışmalar söz konusu olunca bunu gerçekleştirmek her zaman kolay olmuyor.
Sevgi ölümden güçlüdür
Bu yılın bana göre en güzel etkinliği annemin 100.yılını kutlamamız oldu. Annemle birlikte çalışanların, onu sevenlerin bir araya geldiği ne kadar anlamlı ve güzel bir gündü. Açıkça çok duygulandım. Annem yapıcı bir insandı, bunu onunla yol alanların anlatımlarından bir kez daha anladım. Sanatla dolu anlamlı bir yaşam sürdü, güzel kitaplar yazdı, müzik yaptı, belki de yapıcılığı ile bir çok kimseye örnek oldu. Sevgi ölümden güçlüdür diye bir deyiş var. Annemi hatırladığımda hep bunu düşünüyorum. Norbert Hristiyanlıktan gelen bu deyişi aşırı patetik buluyor ama ben hiç de öyle düşünmüyorum. Sevgi zaman ve mekân sınırlarını, dahası ölümün sınırlarını bile kıran inanılmaz bir güç bence.
Yolculuklar
Bu yılın en güzel anıları yolculuklardı, kıştan uzaklaşmak için Mart ayında gittiğimiz Kanarya Adaları ve denizin tadını çıkartmak için Haziranda üçüncü kez gittiğimiz Rodos Adası temiz havasıyla, pırıl pırıl deniziyle bizlere şifa verdi. Belli bir yaştan sonra yolculuklar daha çok sağlığı pekiştirmek için yapılıyor. Bizler de iç huzuru bulabileceğimiz böyle yerleri çok seviyoruz. Kısa yolculukları ise arkadaşlarımla yaptım. Yazın Belçika’da nehir kenarında küçük bir kente, Dynar’a gittik benim bir zamanlar öğrencilerim ve asistanlarım olan genç (tabii bana göre genç olan )arkadaşlarımla, sonbaharda da kardeşimle Frankfurt’ta buluşup operaya ve tiyatroya gittik. Bakalım bu yıl beni neler bekliyor?
Ben en çok gülmeyi özledim
Ama Tijencim içimde hep bir hüzün var. Gülmeyi, kahkahalarla gülmeyi öyle özledim ki. Geçen gün rüyamda kalabalık bir yerdeyim, bir sürü insan, birinin yaptığı esprilere gülüyorum, öyle çok gülüyorum ki karnıma ağrılar giriyor. İnanılmaz bir mutluluk duygusuyla uyandım. Gülmek gerçekten de ne kadar güzel . Gençken olur olmaz her şeye ne kadar çok gülerdik. Düşünüyorum da ben galiba en çok gülmeyi özledim.
Mektubum sonra ererken her yıl yaptığım gibi seninle en sevdiklerimi paylaşıyorum. Biliyorsun Ken Loach’n 87 yaşında yaptığı son film The Old Oak’ın dışında hepsini de yazdım.
2023’te en beğendiklerim:
Tiyatro: İmparator, Dostlar Tiyatrosu, Genco Erkal’in yeni oyunu güncelliğiyle beni çok etkiledi.
Film: Ken Loach- The Old Oak, Sığınmacılar sorununu gündeme getiren sımsıcak bir film. Belki de bu usta yönetmenin son yıllarda yaptığı en güzel film.
Belgesel: Tahran’ın Yedi Yüzü, İran’da kadına karşı şiddeti belki de en çarpıcı biçimde dile getiren müthiş bir belgesel.
Dizi: Kızılcık Şerbeti, Sansüre uğrayan bu diziyi, yer yer çok gülerek izliyorum, toplumuzdaki kutuplaşmayı gösteren eğlenceli, düşündürücü, eleştirel bir dizi.
Opera: Frankfurt Tiyatrosu’nda Aida, savaş konusunu odak noktası yapan müthiş bir yorumdu, yakında yazım çıkacak.
Sana bütün sevdiklerinle birlikte sağlıklı, üretici ve neşeli bir yeni yıl dilerim Tijencim
Zehra