Sevgili Zehra,
Öncelikle geçmiş doğum gününü en içten duygularımla kutluyorum. Umarım daha nice sağlıklı, üretken ve sevdiklerinle paylaşacağın keyifli yaşların olsun. Ben de hemen senden sonra Mart ayında doğum günümü kutlayacağım. Ama Mart benim için sadece doğum günü ayı değil, en sevdiğim ay. Bir kere Kış bitiyor ve Bahar geliyor; 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, 27 Mart Dünya Tiyatro Günü ve 15 Mart kızımın doğum günü. Bunun dışında 21 Mart Uluslararası Irk Ayrımıyla Mücadele Günü, 22 Mart Dünya Su Günü ve Mart’ın son haftası da Kütüphaneler Haftası olarak kutlanıyor. Yani benim önem verdiğim, sevdiğim bireysel ve toplumsal bir sürü şey Mart ayında kutlanıyor. Tabii doğanın uyanışıyla bağlantılı Nevruz törenleri de bu ayda gerçekleşiyor. Ne yazık ki politik baskılar Bahar’ı karşılamak isteyen halklara, topluluklara hep engel oluşturuyor.
8 Mart zaten biz kadınlar için oldukça anlamlı bir kutlama ve anma günü. Ancak eminim bu sene de yine engellerle karşılacağımız doya doya kutlayamayacağımız kısıtlamalar bizi bekliyor. Korku bacayı sarmış. Eril ve muhafazakar iktidar resmen kadınlardan korkuyor. Ama korkunun ecele faydası yok, artık bir yol açıldı ve kadınlar gittikçe daha da güçlenerek tarihin patikalarından devşirdikleri bellekle günümüze ve geleceğe doğru aktılar, akacaklar. Her şeye karşın direnerek ve umutla…
Dünya Tiyatro Günü ikimiz için de çok önemli bir kutlama. Yaptığımız her şey bir şekilde tiyatroyla bağlantılı. O nedenle iletişimimiz hiç kopmuyor ve sohbetlerimiz hep dolu dolu. Seninle hiç havadan sudan konuşmadığımızı fark ettim. WhatsApp sesli mesajlarımızı yayınlasak ne kadar çok düşünce, yorum, tartışma çıkar. Hepsi de potcast olacak nitelikte. Bazen düşünüyorum, neredeyse haftanın çoğu gecesi tiyatrodayım. Geç saatlerde açık olan tek marketten ihtiyaçlarımı alırken market sahibine ‘’işten geliyorum’’ diye gülümsediğimde şüpheyle bakıyor. Hemen arkasından tiyatro desem de her gece olunca pek inandırıcı olmuyor çünkü ona göre kadınlara gece evde oturmak yakışıyor ve tersini hayal bile edemiyor. Oysa ben İstanbul’un her yerine dağılmış tiyatrolara koşturmak için gecelere de sahibim artık. Tiyatro sayesinde tüm geceler benim oldu. Gündüzünü bilmediğim birçok semtin gecelerini tanıyorum. Yine de alt geçitlerden, tenha metrolardan geçerken gençliğimde beden hafızama kaydedilmiş ürperti ve kalp atışlarına engel olamıyorum. Eril şiddetin ve kadın cinayetlerinin hiç durmadığı bir dönemde arkamıza bakarak hızlandığımız ve sırtımızda hissettiğimiz o belli belirsiz ürperti hiç unutulmuyor.
Köln’de ne güzel etkinlikler yapıyorsunuz! Keşke burada da benzer bir şeyler yapabilsek. Geçmişte benim terasımda belgesel geceleri yapardık. Genç yönetmenlerin filmlerini seyredip, üzerine tartışır ve filme son hallerini vermeleri için katkıda bulunurduk. Artık toplanmalar, birlikte yapılan kalabalık etkinlikler azaldı. Ancak bunların değeri de anlaşılmaya başladı. Teb Oyun Dergimizin Bahar/ Yaz sayısının konusu da ‘’Buluşmalar’’ odaklı olacak. Bakalım tiyatroyla bağlantılı bir araya gelme, toplanma, toplaşma kavramı oyunlarla, ekiplerle, örgütlenmelerle ve seyirciyle bağlantı açısından nasıl yazılar ve bakış açılarıyla değerlendirilecek? Tabii tiyatro sanatı zaten birlikte olmayı bir çeşit buluşmayı koşulluyor ama bunun daha nitelikli ve anlamlı buluşmalara, daha kolektif hafızaya yönelik araştırması beni şimdiden heyecanlandırıyor.
Bu arada senin önerinle ve yazdığın Babalar, Amcalar ve Diğerleri oyununla bağlantılı çocuğa yönelik aile içi ve dışı taciz, istismar konularında yazılan, sahnelenen oyunları odağa alacağımız bir zoom tartışması düzenleme kararı aldık biliyorsun. Umarım bu toplantıyı da gerçekleştirebiliriz. Eril şiddetin ve tahakkümün en mağdur ve madun kesimi çocuklar. Ne yazık ki insan bedeninin bir meta olarak görüldüğü noktada ‘’kutsal aile’’ kurumu içinde bile yaşananlara karşı bir körleşme söz konusu. Devlet yok sayıyor, aileler inkâr yoluna gidiyor. Devlet’in korumasındaki çocuk evlerinde, kuran kurslarında ve aile içinde istismar, taciz ve tecavüzün boyutları sanıldığından çok daha büyük. Sistem tüm kurumlarıyla çalışıyor ve bu olaylar asla münferit, bireysel suç bağlamında değil, tamamen sistematik ve sosyolojik olarak değerlendirilmeli. Umarım kendi sanatımızın sınırları içinde de olsa bir farkındalık yaratmayı başarırız. Tiyatroyu sadece eğlence olarak gören zihniyete karşı, estetize edilmiş bir düşünsel farkındalık da sanatın toplumsal görevlerinden biri diye düşünüyorum.
Mektubumu ÇYDD Beyoğlu Şubemizde dün liselilerle yaptığım keyifli drama çalışmasının bende yarattığı olumlu enerjiyle bitirmek istiyorum. Her şeye rağmen gençlerimizin yaratıcılığını, eleştirel bakışını ve sanata olan sevgilerini görmek ve onlarla ortak bir dil bulmak beni çok umutlandırdı. Bu kuşaklarla ilişkimizi hiç koparmamamız, mümkün olduğunca onlara dokunmamız ve anlamamız sanırım ülkemizin de geleceği için tek umut.
Dünya Emekçi Kadınlar gününü ve Dünya Tiyatro Gününü bir kızkardeş ve meslektaş olarak kutluyorum.
Sevgiyle ve umutla kal
Tijen