Ürkek bir Ceylan yavrusu gibiydi Yeliz. Arı gibi çalışan, bitmek bilmeyen enerjisi olan bir yapısı vardı. Aynı Sivil Toplum Örgütünde çalışıyorduk. Çalışma Grubundaki kadın arkadaşlar yorgun düşerek “bir çay içelim” dediklerinde “olmaz, daha çok işlerimiz var. Çayı sonra içeriz” der, çalışmaya devam ederdi.
Gruptan bir kadın arkadaşımız evine davet etmişti. Yeliz de orada olacaktı. Gözlemlediğim kadarıyla beni tek e düşürerek konuşmak istiyordu.
O gün arkadaşımızın evi tam olarak aradığı bir ortamdı. Nihayet baş başa kalmıştık. Sözlerine şöyle başladı.
“Züleyha Hocam, umarım benim çok konuşmamdan sıkılmazsınız. Benim annem ve babam Ankara’da tanışarak evlenmişler. Ben ve benden sonra kız kardeşim Perihan doğdu. Babam erkek çocuk doğuramadığı için annemi suçluyordu.
Kız kardeşim doğduktan itibaren evde babam sürekli kavga çıkartıyordu. Perihan 3 yaşına geldiğinde (babama çok düşkündü) babam özel eşyalarını birkaç valize doldurup evi terk etti.
Şok olmuştuk. Bu koskoca kentte beş parasız kalmıştık. Babamın gelir düzeyi bir hayli iyi olmasına rağmen bize destek çıkmadığı gibi oturduğumuz evin tapusu babamın üzerinde olduğu için kısa sürede sattı ve yeni alıcı bizi anında sokağa attı.
Annem Ortaokul mezunuydu. Bir tanıdığının desteğiyle hastanede temizlik işçisi olarak başladı. Gecekondunun kirasına gücümüz yetiyordu. O nedenler küçük bir ev kiraladık. İyi kötü tenceremiz kaynıyordu. En güzeli evde kavga olmayışıydı. Kolumuz kanadımız kırılmış olsa bile mutlu sayılırdık.
Annem ve ben bu olaydan çok etkilendik ama Perihan ciddi anlamda travma yaşadı. O günden sonra yıllarca psikolojik tedavi gördü ve 12 yaşına geldiğinde intihar ederek bizi derin acılarla baş başa bırakarak aramızdan ayrıldı.
Annemle ben yalnız kalmıştık. Kardeşim Peri’nin ani ölümü bizim için bir dönüm noktasıydı. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
Evimiz mezarlık bölgesine çok yakındı. Her hafta sonu Peri olan kardeşimi ziyarete giderdik.
Aradan yıllar geçti. Ben Lise’yi bitirmiş, Ankara dışında üniversite kazanmıştım. İlk kez evimden ayrılacak uzaklara gidecektim. Annem 1 yıl daha dersaneye devam etmemi ve en azından Ankara’da ve daha iyi bir okul kazanmamı istiyordu. Bana da mantıklı gelmişti. O şehre gitmeyecektim.
O yaz tatilinde yurtdışından babamın kuzeni İlhami Amcam, babamın evine değil bize gelmişlerdi. Köye gitmeden önce bir süre kaldıktan sonra hep birlikte biz de köye gidecektik. Öyle de yaptık.
Bu ailenin oğlu Eray’ın gözü üzerimdeydi. Ben de kendisini çok beğenmiştim. Çok genç ve deneyimsizdim. Varsın uzakta yaşasın, sevdiğim erkek için dünyanın öbür ucuna gidebilirdim.
Eray’ın babası benim için baba yarısıydı fakat annesinin gözlerinde felfecir okunuyordu. Beni hiç sevmediğini belli etmekten çekinmiyordu.
Köye gittiğimizin ertesi gün Eray bana karşı çok ilgisiz davranıyordu. Annesi sık sık yanına çağırıyor, boş bir odaya girip gizlice konuşuyorlardı.
Birkaç gün sonra korktuğum başıma geldi. Eray köyden bir genç kızla söz kesimi, nişan, düğün bir arada yapılarak evlenmişti.
Beni böylesine büyük bir acıyla baş başa bırakarak Almanya’ya gitmişti. Annemle ben düğüne kalmadan Ankara’ya döndük. Yaşamımın en büyük acısını içime gömmüştüm. Odama çekilerek ağlarken annem de yanıma gelerek benimle birlikte ağlıyordu.
Üniversite açıldığında yine annemle birlikte gittik. Okul ve yurt kayıtlarını yaptırdıktan sonra annem geri dönmek zorunda kaldı.
Yurtta çok arkadaş edinemedim. Benim gibi acıyla beslenen (kızların ifadesi buydu) kızla arkadaşlık etmek istemiyorlardı. Bir de mezhep ayrımı vardı ama ben hangi mezhepten olduğumu orada öğrendim.
Okul 4 yıllıktı fakat ben annemin hastalanarak çalıştığı işyerinde operasyon geçirince 2 yılın sonunda ön lisans belgesi alarak çıktım.
Bu kez anneme yani aile bütçesine destek olmak amacıyla iş aramaya başlamıştım ki; Eray ve ailesi Almanya’dan geldiler. Eray bu evlilikten pişman olmuş, evliliğini iptal ettirmişti. Kızcağız evliliğinin arifesinde ağlaya ağlaya köyüne geri dönmüştü.
Eray sanki hiçbir şey olmamış gibi bana kur yapıyordu. Bu kez annesi de bana inanılmaz bir yakınlık gösteriyordu. Bu duruma hiçbir anlam verememiştim ama yüreğime söz geçiremiyordum. Küllenmiş olan duygularım depreşmişti. Acaba gerçekten beni seviyor muydu?
Sanki o filmi hiç görmemişim gibi nişan, düğün derken evlenip Almanya’ya uçtuk. Kayınvalide, kayınpeder ve 2 görümce olan evde yaşayacaktık. Gece olunca Eray’ın kiraladığı tek bir odadan oluşan evimize sadece uyumak için yürüyerek gidiyor, ertesi gün sabah bu eve geliyorduk. İleride bize de ev tutulacak ve biz orada yaşayacaktık. Bu söylemin gerçek olmayacağını o zamanlar bilemezdim.
Ben, bu evde benim olmayan bir yaşam sürdürmekteydim. Eray eski ilgisini, neşesini kaybetmişti. Son derece durgundu, yemek yemiyor ve zayıflıyordu.
Evlendiğimizden 3 ay sonra eve gelmedi. Kayınvalidem oğlunun bir kliniğe yattığını ve (?) tedavi gördüğünü söylüyordu. Kendileri ziyarete gidiyorlar fakat beni götürmüyorlardı.
Ben, gündelikçi kadınlar gibi sabahtan akşama kadar evde çalışıyordum. Dayanacak gücüm kalmamıştı. Kayınvalidemin dışında eşimin, görümcelerim ve kayınpederimin bana üzüldüklerini bakışlarından anlıyordum. Ses soluk yoktu. Her şey yolundaymış gibi gidiyordu. Ben artık o bizim için kiralanan odamıza da gidemiyordum.
O yıllarda ülkelerarası iletişim olanakları son derece kısıtlıydı. Annem PTT’nin herhangi bir şubesine gider ve telefon isteğini yazdırır, bağlantıyı saatlerce beklerdi. Eve gelen telefonu kayınvalidem açar ve kendisi konuştuktan sonra ahizeyi bana uzatır ve kaşlarını çatarak buradaki yaşamıma yönelik tek bir sözcük edersem beni cezalandıracağını söylemekten çekinmezdi. Tir tir titreyerek telefon konuşması yapardım ve anneme çok mutlu olduğumu söylerdim.
Üç hafta sonra bir sabah Eray kapıyı çalınca yaşadığım tüm acılarını unuttum. Akşam yemeğini yedikten sonra odalarına uyumaya gittik. Bir deri bir kemik kalmıştı. Evdeyken annesi bana oğlunun Mide ülserinden tedavi gördüğünü söylemişti. Oysa durum farklıydı. Anlık değişimler ve tepkiler beni kötü bir adrese yönlendiriyordu.
O gece odamıza gittiğimizde Eray’ın çok üstüne gittim ve acı gerçeği öğrendim. Kocam uyuşturucu bağımlısıydı ve zaman zaman kaybolmasının nedeni buydu. Galiba işi gücü de yoktu. Beni kandırmak için belli saatlerde bir yerlere gidip geliyordu.
Yine o gece bana ağlayarak açıldığında asla çocuk sahibi olmak istemediğini ve eğer kendisini dinlemeden hamile kalırsam beni zorla kürtaj olmaya götüreceğini söylemişti. Yani ben en doğal hakkım olan annelik hakkımı kullanamayacaktım.
Bu ilişkinin sonu yoktu.
Kayınvalideme duyurmadan Türkiye’ye gelerek boşanmaya karar verdik. Bu konuda kayınpederimden destek almak zorundaydık. Kendisine durumu anlatınca hemen kabul etti. Benimle kan bağı vardı ve halime acıyor, bu durumdan kurtulmamı istiyordu.
Üçümüz memlekete geldik ve kısa sürede anlaşmalı boşandık. Adliyeden çıktığımızda birbirimize sarılarak ağladık. Ben hiçbir şey talep etmediğim halde kayınpederim düğünde bana takılan tüm takıları ve yüklüce miktarda parayı zorla verdi. Kimseye muhtaç olmamamı istiyordu. O günkü koşullarda o parayla iyi bir semtte konut alınabilirdi.
Annemin evine geldiğimde Almanya’nın Köln şehrinde 3.5 yıl yaşadığım halde kaldığım ev ile uyumaya gittiğimiz odadan başka hiçbir yer görmediğimi söylediğimde inanmakta güçlük çekmişti. Hasta olduğum halde hastaneye götürmediklerini ve o evde esir gibi yaşadığımı düşündüğümde hâlâ inanamıyorum.
O yıllarda üniversite mezunlarının iş bulabilmeleri çok kolaydı. Gazete ilanlarını takip ederek iş görüşmesine gittim ve en sonunda iyi bir kurumda iş buldum.
İşyerinde boşanmış kadın olduğumu gizlemem kolay oldu. Kayınpederim babamın akrabası olduğu için evlendiğimde soyadım değişmemişti. Boşanmış yazmayan eski kimliğimi kullanmaya devam ettim.
Türkiye’ye dönüşümümün 7. yılında Eray geldi. Evliliğimizin bitmesine neden olarak gördüğü annesinin öldüğünü ve tekrar evlenmemizi istedi. Benim artık ekonomik özgürlüğüm vardı. Eski yaşamıma bir daha geri dönmeyi düşünmüyordum.
Yine Eray’ın isteğiyle tatil yöresine giderek 1 hafta tatil yaptık ve Ankara’ya döndük. O günlerde Eray’ın inkâr etmesine rağmen uyuşturucu kullandığını tespit etmiştim. Bu durumda kendisine inanamazdım. Esenboğa Havaalanına kadar giderek gözyaşlarımla yolcu ettim.
Boşanmamızın üzerinden 12 yıl geçmişti. Yaşamıma kimseyi al(a)mamıştım. Hiçbir erkeğe güvenmiyordum. Bir yandan da doğurma yaşımı geçirmeden anne olmayı çok istiyordum.
Sonunda yaşam Suphi’yi karşıma çıkardı. Onun da babası önceden annesi de doğum sırasında ölmüştü. Amcası ve yengesinin yanında büyümüştü. İkimiz de yaralıydık. Evlendik ve bir oğlumuz dünyaya geldi.
Geçen yıl kayınpederim yazlık evine gelmişti. Beni görmek istediğini söyleyince yanına gittim. Bir hafta boyunca kaldım. O konuştu ben ağladım, ben konuştum o ağladı. Ayrılırken beni gelini değil kızı gibi sevdiğini ve benim oğlunu bırakmamam gerektiğini, bunu o yıllarda bana söyle(ye)mediğini ifade etti.
Eray iyice savrulmuştu. O artık eski kocam değildi. Bana anneliği yasaklayan erkeğin iki farklı kadından birer çocuğu olmuştu. Çocukları kendi nüfusuna almamıştı.
Şimdi geldiğim noktada kendi kendime mutlu olup olmadığımı soruyorum. Ne yazık ki bu sorunun bende yanıtı yok!” dedi ve sustu.
Züleyha Akın