
O görkemli dağın yamacında ve uçuruma bakan yüzüne sırtını vermiş, önünde verandası olan o evde geçmişti çocukluğum…
Yeryüzü demiştim, sen hep toprak anlamıştın…
Her şeyin bir öyküsü var, demiştin, suyun ve rüzgârın bile sarp dağa, kıvrılarak akan suya ve rüzgârla salınıp duran ağaca hürmetkâr ol, demiştin.
Şarkıların ve türkülerin hem içimize hem de uzaklara seslendiği zamanlardı…
Canol Balkaya’nın dediği gibi, kapısı sokağa açılan sinemalar artık kalmamıştı.
Bembeyaz göz alabildiğine uzanan yeryüzü üzerinde ay ışığıyla parlayan turkuaz bir denizle gökyüzünün arasından gelmiştin…
Kendilerini nasıl bir geleceğin beklediğini bilmeyenlere özgü o tereddütlü bakışların üstümüzde olduğunu hissettiğimiz anda yeni bir buzdağı daha büyük bir gürültüyle devrilmişti.