1999 yılında Ankara Film Festivali’ni takip ederken o yıl yarışmaya katılan tüm Türk filmlerini izlemek istiyordum. Yine o dönemde ödül alan film son gün tekrar gösteriliyordu. Sinefiller Güneşe Yolculuk’un ödülü alacağından emindi ben de onu son gösterimde izlerim diye diğer salondaki filmi izledim. Tahminler doğru çıktı En İyi Film, Yönetmen ve Senaryo ödüllerini almayı başardı Yeşim Ustaoğlu. Bu onun ikinci uzun metrajı benimse ilk izlediğim filmiydi.
Trabzon kökenli yönetmen 1960 yılında Sarıkamış’ta doğar. Babasının tayini ile iki yaşında Trabzon’a yerleşirler. Karadeniz Teknik Üniversitesi ’inde mimarlık eğitimi alır. Sinema ile tanışması İFSAK sayesinde olur. Burada sinema eğitimi alan Yeşim Ustaoğlu kısa filmler çekmeye başlar. Çektiği kısa filmleri ile ödüller alır. 1994’te ilk uzun metrajı olan İz’i çeker.
Güneşe Yolculuk o dönem için çok öncül olabilecek bir konuyu gündeme getirmişti “Ülkemizde Kürt olmak”. Biri doğulu Zorduçlu Berzan diğeri batılı Tireli Mehmet. Bu iki farklı karakter üzerinden anlatıyordu derdini yönetmen. Pek çok ortak yönleri vardır bu iki karakterin ve hayalleri de ortaktır. İkisinin de hayali sevgilileri ile kavuşup mutlu olmaktır. Polis çevirmesi sırasında yanlışlıkla göz altına alınan Mehmet’e Berzan yardım edecek ve bu Mehmet’in dönüşümünün başlangıcı olacaktır. Mehmet Tirelidir ama esmer tenli, kara kaşlı, kara gözlüdür bu onun da Berzan gibi ayrımcılığa uğramasına ve göz altında işkence görmesine neden olacaktır. Berzan sular altında kalmış Zorduç kasabasından İstanbul’a gelmiş ve seyyar arabasında kaset satarak yaşamaktadır. Polisler Berzan’ın ölümüne neden olunca Mehmet onun cenazesini köyüne götürmeye karar verir ve güneşin doğduğu yere doğru yola çıkar. Esmerliğini kamufle etmek için saçlarını sarıya boyar. Ama yol boyunca yaşadıkları, doğunun atmosferi oraya vardığında soranlara “buralıyım” dedirtir ona. Mehmet’in buralıyım demesinin nedenini sorgulatıyor bize yönetmen. İstanbul’da Berzan’ın öldürüldüğünü duyduğunda Mehmet’in Kürtçe bir müzikle isyan ederek kendinden geçmesi ise unutulmayacak sahnesidir filmin. Kürt sorununa dair ülkemizde çekilen ilk filmlerden biridir Güneşe Yolculuk. Bu filmi ile pek çok festivalde ödül alan yönetmen gişede de başarılı olur.
Yeşim Ustaoğlu 2003 yılında kendi yapım şirketini kurarak artık filmlerinin her bakımdan tek sahibi olur. Yönetmenliğinin ve senaristliğinin yanına yapımcılığını da eklemiştir. Ardından Karadeniz’de çektiği bir uzun metraj ve bir belgesel ile sinemada anlatacak çok sözü olduğunu müjdelediğini ve auteur bir sinemacının izlerini görüyoruz bu filmlerde.
Bulutları Beklerken (2003), Karadeniz’de mübadele sırasında Türk bir ailenin yanında kalarak Ayşe adını alan aslında Eleni olan bir kadının yıllar sonra kimliğini sorgulamasına tanıklık ediyoruz. Türk ailesindeki herkes öldüğünde yalnız kalan Ayşe’nin yalnızlığını paylaştığı bir çocukla geçmiş anıları canlanır ve Eleni olduğu günleri ve ana dilini hatırlamaya başlar. Karadeniz yaylalarının olağanüstü görüntüleri ile Ayşe/Eleni’nin ruh halini anlamaya çalışırız. Tarihimizden gelen siyasi bir meseleye değinse de insanın hikâyesine odaklanmayı seçmiş yönetmen. Görüntü yönetmeni çok başarılı, o coğrafyayı görüntülerken Eleni’nin ruh halini çok güzel anlatmış. Filmin tek profesyonel oyuncusu Eleni’de Rüçhan Çalışkur, diğer oyuncuları yöre insanından seçmiş Ustaoğlu. Ağır tempolu bir film Bulutları Beklerken ama benim gibi Karadeniz’in doğasını seviyorsanız filmi de ilgiyle izlersiniz.
Bulutları Beklerken için mekân araştırması yaparken dolaştığı köylerde kadınların çektikleri sıkıntılı hayatlardan etkilenen YeşimUstaoğlu her yaz yaylalara göç eden bu kadınların belgeselini yapmış. Görüntüleri filmden önce çekmiş olsa da belgeseli daha sonra 2004’te kurgulamış. Karadeniz dağ köylerinden birindeyiz, bu köylülerin hayvanları ile önce rakımı 2000 metre olan Komati Yaylası’na, daha sonra da 3500 metre yükseklikteki Büyük Kaçkar Yaylası’na göçlerini izleriz. Yazı yaylada geçiren köylüler sonbaharın gelmesi, ilk karların düşmesi ile aynı zorlu yollardan köylerine dönerler. Bu yolculukta en fazla yük kadınların omuzlarındadır. Uçurum kenarındaki patika yollar, yağmur ve sis arasında yapılan bu yolculuk inanılmazdır. Bu filmde konuşan kadınlardan biri “Yük kadınındır, bundan sevmem buraları” der, filmin özü budur aslında. Tüm yükü çeken kadınların yükünü sırtımızda hissetmemizi sağlıyor Sırtlarındaki Hayat.
Pandoranın Kutusu (2008) ile bu kez karakterlerine İstanbul’dan Karadeniz’e bir yolculuk yaptırıyor yönetmen ve tekrar yemyeşil doğayla buluşturuyor bizi. Kaybolan Alzheimerlı annelerini bulmak sonra da İstanbul’a getirmek üzere bir araba yolculuğu yapar üç kardeş. Bir araya gelemeyen kardeşler anneleri sayesinde ufacık bir arabada bir araya geliyorlar. Mecburiyet sonucu buluşan kardeşlerin çözemedikleri sorunları bu yolculuk sırasında ortaya dökülecektir. Doğanın içinde yaşamaya alışmış annenin İstanbul’daki bakımı ise kardeşlerin aralarındaki iletişimsizliği içinden çıkılmaz hale getirir. Üçü de yaşadıkları köyden çıkıp şehre gelmiş tutunmaya çalışıyorlar. Kimisi takıntılarıyla, kimisi gerçeklerden kaçarak başarmaya çalışıyor şehir hayatına tutunmayı. Bu süreçte köydeki yaşlı anne unutulmuştur. Onu İstanbul’a getirdiklerinde ise kurmaya çalıştıkları dengeler alt üst olur. İkisi kız biri erkek üç kardeş kendi sorunları içinde boğulmuşlardır. Büyük abla takıntılı tarzda ergenlik çağındaki oğlunu bunaltır. Ortanca kız kardeş çıkışsız bir aşk ilişkisi içinde bocalamaktadır. Erkek kardeşleri ise dünyayı ve çevresini umursamayan biridir. Günü birlik şekilde hayatını yaşar. Kendi yaşamlarında çözümsüzlük içindeki kardeşler annelerinin bakımında da çaresiz kalacaklardır. Ailenin en yaşlısının yine ailenin en genci ile iletişim kurabilmesi ise oldukça ironik. Kendilerine ve çevrelerine yabancılaşarak ve yalnızlık içinde modernizme ayak uydurmaya çalışıyor filmin karakterleri. Okumak ya da çalışmak için şehre gelen insanların çok başarılı bir tablosunu çıkarıyor Ustaoğlu. Yaşlı annede Tsilla Chelton, kardeşlerde Derya Alabora, Övül Avkıran, Osman Sonant, torunda Onur Ünsal’ı izlemek filmin seyir zevkini artırıyor. Ama çok başarılı bir oyunculuk sergilese de Tsilla Chelton gerçek Karadenizli bir anne olabilmiş mi tam emin değilim.
Yönetmenin filmografisi 2011 yılında çektiği Araf ile devam ediyor. Taşrada arafta kalmış bir genç kızın iç burkan hikâyesini izliyoruz ve onun yaşadıkları üzerinden kadınlık hallerine bakıyoruz. Şehirlerarası bir yol üzerindeki benzin istasyonunun dinlenme tesislerinde çalışıyor üç ana karakterimiz: Zehra (Neslihan Atagül), Derya (Nihal Yalçın), Olgun (Barış Hacıhan). Her gün yakın bir kasabadan servisle gelip gitmekte vardiyalı çalışmaktadırlar. Olgun Zehra’yı sevmekte Zehra ise oradan kaçıp kurtulma hayalleri kurmaktadır. Derya onlardan büyüktür ve geçmişinde yaşadıkları sırlar olduğunu hissederiz. Zehra’nın hem dert ortağıdır hem de nasihat eden ablası gibidir. Zehra benzin almaya gelen kamyon şoförü Mahur’u (Özcan Deniz) gördüğünde duyguları ve dünyası altüst olur. Yaşamına giren Mahur hayallerini gerçekleştirecek beyaz atlı prens midir? Mahur kamyonuyla gelir gülüşü, bakışı ile Zehra’nın sevgisini ve bedenini kazanır sonrasında da ortadan kaybolur. Derya’nın geçmişindeki sır da Zehra’nın yaşadığına benzer. Klasik aldatılan taşralı saf genç kız hikâyeleri diye düşünebiliriz ama filmin gerçekçi anlatımı, yarattığı atmosfer oldukça başarılı ve bize pek çok şeyi sorgulatıyor. Zehra’nın hastane tuvaletinde düşük yaptığı sekans filmin en çok konuşulan ve aynı zamanda en etkileyici sahnesi. Kadın karakterlerini yaşadıkları acılara rağmen ayakta kalabilen güçlü karakterler olarak çizmiş yönetmen ama filmin sonunda Zehra’nın Olgun’a yaslanmasına ise biraz itirazım var.
Genellikle 4-5 yıllık aralıklarla film çeken yönetmenimiz 2016 Antalya Film Festivali’nde Tereddüt’le tüm ödülleri toplar ve film gişede de başarılı olur. Yeşim Ustaoğlu bende hüzünlü yüz ifadesiyle melankolik bir insan izlenimi bırakır. Bu melankoliyi filmlerinde de görürüz. Tereddüt’te doktor-hasta ilişkisi üzerinden iki kadının hayatına bakıyoruz yani yine kadınlık halleri söz konusu. Filmde iki kadının evlerini gördüğümüzde aralarındaki sınıf farkı yüzümüze çarpıyor adeta. Psikiyatrist Şehnaz (Funda Eryiğit) ve çocuk yaşta evlendirilmiş Elmas (Ecem Uzun) isimlerinde bile sınıf farkı var değil mi? Her ikisi de kadın olmanın getirdiği sorunlarla evliliklerinde sıkışmış ve bunalmış haldedirler. Bu iki kadının bir hastane odasında yolları kesişir. Elmas’ın tedavisi sırasında Şehnaz da kendi sorunlarını çözme yoluna girecektir. Birininki psikolojik, diğerininki fiziksel olsa da yaşadıkları şiddetten kurtulma yollarını hem görsellik hem de senaryo olarak gayet incelikle anlatmış yönetmen. Ecem Uzun ise bu filmin parlayan yıldızı olmuş ve aldığı ödülleri de hak etmiş.
Tereddüt’ten beri altı yıl geçmiş artık tam zamanıdır, Yeşim Ustaoğlu’nun yeni filmini sabırsızlıkla bekliyorum.