
Edebiyatla dopdolu, yoğun emek çalışmalara gark olmuş, unutulmaz sohbetler ve en çok da şiirle
geçen çeyrek asırlık dostluğumuz boyunca üzerimden yardım elini asla çekmeyip bana öğretmenlik
yapmayı sürdürmüş, Almanya’dan her gelişinde bana çikolata getiren bir dostum, 19 Şubat, 2025
tarihinde bu dünyaya gözlerini kapayan Nida Öz hakkında ömrümün kalan günleri boyunca
koruyacağım anılarımdan birini aktarmak istedim izninizle. Evet, öğretmenimdi; bana kitap
editörlüğünü öğretti. İlk olarak 2000 başlarında -ki iki bin demeye dilimiz henüz alışamadığından
milenyum derdik o zamanlar- ortak bir dostumuz olan ve Anafilya adlı edebiyat dergisinin
kurucularından Mustafa Halit Umar’a ait anı dosyasının editoryal çalışmasını birlikte yapıp
tamamlamıştık. Daha sonra Nida bu dosyayı Havuz Yayınlarında kitaplaştırmıştı.
Öz Yapım, Havuz Yayınları derken Havuz Dergisini kurdu ve derginin ilk sayılarından birinde
bana ait bir metni yayımladı. Doğrusu kendi sayfamı görünce gözlerime inanamadım. Adı “Yol” olan
bu metin için sayfayı yaya geçitleri, trafik işaretleri, kavşaklar ve daha birçok grafik tasarımla nakış
nakış işlemişti. Huzur içinde yatsın.
Nida Öz ve Havuz Dergisinin anısına…
Zerrin Oktay
Yol
Neyin peşindeyiz, paranın mı, aşkın mı, yoksa gücün mü? Kimi zaman evreni bir kum tanesinde
görebilmek isteriz, kimi zamansa hesaplar yaparız, hedeflerimizi belirler ve doludizgin üzerine gideriz
ya da gittiğimizi sanırız. Bir dostum anlattı: Yükselip insanlara yukarıdan bakabiliyormuş ve her birini
küçük noktacıklara benzetiyormuş. Durakta toplaşan noktacıklar, bir yerden bir yere koşturan
noktacıklar, diğerlerine göre daha ağır hareket eden, yaşlı noktacıklar… Bir de çocukları tarif etti; kıpır
kıpır, hiç yerinde durmayan, çılgınca etrafta dönüp dolaşan noktacıklar dedi onlar için. Bence bir de
yükselip yükselip yukarıdan insanları seyredebilen noktacıklar da var. Sonuçta dev bir devinimin
içindeyiz ve bu yüzden hiç yerimizde duramayız, yatay ya da dikey yönde her an hareket ederiz.
Ben bugün tanrıyı oynamayı düşünüyorum. Daha doğrusu öyle yaptığımı düşünenler olabilir diye
peşin konuşuyorum: Evet, ne olmuş?
Yukarıdan izlediğim insanların, yaşamları boyunca hep gidecek bir yerleri, izledikleri bir yolları
olduğunu görüyorum. Aslında milyarlarca yol vardır ama ben yalnızca görebildiklerim kadarım.
Yolların düzensiz bir biçimde birbirleriyle çakıştıklarını görüyorum ve kimi yollar ansızın iki ya da
daha fazla çatala ayrılabiliyor. İçlerinde tek bir yol var ki o asfaltla kaplı ve çok geniş, ona güvenli yol
diyorum ben çünkü diğerlerinden daha aydınlık. Kaldırımlarında yüzlerce, binlerce insan yürüyor.
Ayrıca yoğun gürültü ve onca el fenerinden gelen ışıklardan dolayı insanın içinde yurt duygusu
uyandırıyor. O asfalttakilerin her biri ait oldukları kurumlara ya da birimlere bağlıdır. Kimilerinin
bağları mezhepken, bazılarınınkiler futbol kulüpleri, plazalar ve onlar için kurulmuş siyasi partiler,
papatyalar, feministler, ürologlar derneği ve bunun gibi kuruluşlar olabiliyor. Hiçbirine ait olmayanlar
ise duruma göre, hemşehrilik ya da vatandaşlık bağlarından birine sığınıyor. Bazen bakıyorum,
kimileri asfaltta ilerlerken o kalabalığın içinde kendilerini yalnız hissedebiliyor ve gücenip ilk sapakta
ayrılıyorlar. Daha az aydınlık, daha dar ve tenha yolları seçiyorlar. İlk zamanlar biraz ürküyor ama
ilerledikçe gerçek yaşamın aslında orası olduğunu anlıyorlar.
Neyse biz ana yoldan ayrılmayalım hemen. Kendini bir yerlere ait hisseden topluluk insanları,
genelde ahenk içinde, hep birlikte hareket ediyorlar. Ancak hırslı plaza insanları onlardan biraz daha
farklıdır. Onların yetişmesi gereken hedefleri olduğundan ve ekmek aslanın ağzındayken kaybedecek
zamanları yoktur. Çünkü saygınlık güç ister ve güç elde etmenin en etkili aracı da paradır. Bu nedenle
son hızla hedeflerine koşuyor, koşuyor, kalabalığın arasından kendilerine yol bulup herkesi sollayarak
geçiyorlar. İçlerinde hedefini şaşıran ya da tökezleyip düşenler de oluyor. Gerçekte her yolcunun bir
ya da birkaç hedefi vardır ama zaten hedefler de yolları canlı tutmak içindir. Güruh, ağır ve tek tip
adımlarla yolda ilerlerken düşen para tutkunlarına yetişiyor. Demek ki bir hedefe yetişmek için ille de
koşmak gerekmiyormuş. Neyse ki kalabalık bu gibi ayrıntılara takılmıyor, tüm dikkatler düşen para
tutkununa yöneliyor. Hemen yardım eli uzanıyor ve siyasi partilerin de duruma el koymasıyla aldıkları
darbe ve yaralar büyük kalabalıklar tarafından paylaşılıp öğütülüyor. Bunun adına da ek vergi deniyor
ve bu durumu kimsecikler yadırgamıyor. Sonrası gül bahçesi; birkaç çatlak ses dışında, hiçbir şey
olmamış gibi yollarına devam ediyor insanlar. İyileşen para tutkunları da en kısa zamanda kendilerine
yeni hedefler ediniyorlar. Çatlak sesler usulünce yatıştırılıyor, sükûtun altını kulaklara küpe oluyor ve
herkes bunu kendine süs eşyası yapıyor.
Büyük kalabalıklar işte bu şekilde, iyi insan olmanın ferahlatıcı esintisiyle, bağlarına sıkıca
tutunarak yollarında ilerliyorlar. İçlerinden bazıları yükselip diğerlerini izliyor ve gördüğü noktacıkları
tanımlıyor. Oysa insanları değil de yolu izleseler, bunun koskoca bir çember olduğunu, başı ve sonu
olamayacağını görebilecekler ama yok, hep insanları görüyorlar, yolları görmek kimsenin aklına
gelmiyor.
Yan yollar anayoldan biraz daha karanlık ve karmaşıktır. Onlar evrenin sonsuzluğuna kadar
ilerleyebilecek kapasitede olabilirler. Ben böyle düşünüyorum çünkü haritanın toplamını
göremiyorum. Belki bir yerlerde bir eğim vardır ve bir zamanlar dünyayı düz sanıp yanıldığımız gibi
yan yollar da bizi yanıltıyordur. İşte o yollarda ilerleyen insanlar anayoldakilerden daha yalnızdır ama
buna mutlak yalnızlık denemez. Her şeyden önce izledikleri yollar ve sapaklar üzerinde sonsuz seçim
hakkına sahiptirler. Canları hangi yöne gitmek isterse ilk sapakta o yöne dönebilirler çünkü onların ait
oldukları birimler, kurumlar, daha da önemlisi: gözlerini kör eden hırsları yoktur.
Yan yollarda belki ilk başta tek başına yürümek gerekiyor ama bir zaman sonra aynı yolu seçmiş
olan bir kişi daha geliyor ve yalnızlık sona eriyor. Derken bir başka sapaktan üçüncü yol arkadaşı da
onlara katılıyor ve birkaç sapak boyunca yol arkadaşlığı devam ediyor. Belki aynı kaldırımlarda bile
yürümüyor olabilirler ama bu önemli değildir; o yolu, hem de aynı yöne giderek paylaşıyorlar sonuçta.
Ne var ki biri ileriden sağa ya da sola dönmek isteyebilir. Diğerleri ya onunla birlikte yürümeyi seçer,
ya da bulundukları yolda ilerlemeyi. Her girilen yolda yeni yeni insanlara katılır ve kısa zamanda
tenha yollardan ürkmenin anlamsız olduğunu görürüz. Tenhalık yalnızlık değildir, aksine ferahlık,
özgürlüktür. Aidiyet bağları yoktur bu yolculukta; herkes kendine ait, herkes kendine ışıktır. Üstelik
her sapak kendine özgü, yeni bir maceradır. Hoşumuza gittiği zaman zarfında yolumuzu aynı kişilerle
paylaşırız. Hoşlanmadığımız noktada bizi bekleyen ilk sapak çok uzakta değildir.
Anayoldan birkaç çatala ayrılan bir noktada durmuş, öylece bekleyen insanlar vardır. Her yönden
gelen geçenlerin, durağan hayatlarını renklendirmelerini umarlar. O uzun yolu tek başlarına kat
etmeye cesaretleri yoktur. Belki günün birinde başka yolcuların ödünç esintileriyle beslenmekten
vazgeçip yola çıkar ve kendi rüzgârlarını estirmeye başlarlar.
Yan yollarda da hızlı adımlarla ilerleyenler olur. Onlar yolların tümünü görebilmek için yanar,
tutuşur. Hatta kimileri her iki kaldırımı birden denemek ister ve zikzaklar çizer durmadan. Bilgiye aç
insanların doğal devinim biçimidir bu. Bir bakıma anayoldaki para tutkunu plaza insanlarına
benzemektedirler. Onların da nihai hedefleri saygınlıktır ve tıpkı para gibi bilgi de güç elde etmenin
olmazsa olmaz bir kuralıdır. Ben bunu yapmam. Ya yol biterse? Yaşamımın kalanını güç sarhoşu
olarak geçirmek hoşuma gitmez benim. Kimileri minik adımlarla ilerler. Ben de onlar gibiyim.
Bulundukları yolun sonunu görmek gibi bir kaygıları yoktur onların. Yaşamları boyunca ilerler ama
dönüp baktıklarında bir karış kadar yol aldıklarını görürler. Bu onları rahatsız etmez çünkü tüm
yaşamları boyunca o kısacık yolda hiç boşluğa düşmemişler, hiçbir şeyi gözlerinden kaçırmamışlardır.
Siz kaldırım taşına tırmanan bir salyangoz gördünüz mü? Ben gördüm, biz gördük.
Yine yükselip insanları izleyen dostumdan söz edeceğim. Bana dedi ki “Anladım, sen bir salyangoz
gördün. Gördün de ne oldu, ne işine yaradı?” Ben de gözlerinin içine baktım ve “Hiç” diyerek
gülümsedim. Şimdi buradan yanıt veriyorum: “Belki bana maddi ya da entelektüel açıdan katkısı
olmadı ama birkaç dakika orada durup onu izlemek ruhumu besledi ve beni mutlu etti.”
Yaşamımızın hiçbir anını kaçırmamak adına yolları görebilmemiz dileğiyle.