FEMTRAK – Dünya Dişidir, Dişi Dişlidir.

ZAMANIN DEVRİDAİMİ

ZAMANIN DEVRİDAİMİ

ZAMANIN DEVRİDAİMİ

 

Ocakta yanan ateşin, dostlukla ve aşkla 

harlanmasından söz eden Ahmet Karasu’ya…

I.

Sesi dağlarda yankılanan koyu kaftan giymiş bir kadın “Buralarda, kederli yolculuklara tanıklık eden bu yollarda hikâyesi taşlara kazınan eski zamanların ruhları dolaşır” demişti. Buralarda erkekler evin önündeki taşların üzerinde oturup gizemli bakışlarla uzun uzun dağların doruklarına bakardı. Erkekler ellerinde meşalelerle sır dolu dağlara yürür, kadınlar dillerinden eksilmeyen dualarla çocuklarının eve dönmesini beklerdi. Sisin ve ay ışığının sindiği fırtınalı ormanlardan geriye sadece rüzgârın uğultusu kalırdı. 

Kayaların arasındaki dar boşluktan sızan ışığa yüzünü dönerek “Dağlar, her şeyi bilir” diyen o yaşlı bilgeyi hatırlardım. Geçmişin sırlarından, eski simgelerden ve gece gibi karanlık bir sırrı taşıyanlardan söz ederdi. Hayat aslında hep eğilip bükülen yeni yollar ve yolculuklar gibiydi. 

 

II.

Yeniden doğmak için gece vakti kendimize yaptığımız içsel arınma amaçlı yolculuk anında gökyüzü yıldızlarla kaplanır, içimizdeki ıssız vadilere yapılan yolculuk uğultulu bir ormanda sonlanırdı. Nehrin derinliklerinden ve giderek ağırlaşan zamanın donmuş nabzından, yeni bir tehlikeye dikkat çekerken eski bir yaranın yeniden kanamasından ve çocukların donup kalan bakışlarından söz ederdi biri.

İncecik bir sisin içinde ve kaybolan her şeyin arkasında yitirilen bir yön duygusu vardı. Sözcükler Sonsuz bir boşlukta yankılanıp duran ve hayatı anlamlandıran yeni sözcükler onların dilinde birer kor gibi içimizi kavuran parıltılı yıldızlara dönerdi.  Hiçbir şey kaçmazdı onların gözünden. Onların gözleri, zamanın ve yalnızlığın yonttuğu keskin bıçaklar gibiydi.

 

III. 

İçinde sürekli derinleşen bir kuyudan, gitgide büyüyen bir boşluktan ve kendisinden söz ederken “kendi karanlığım yeterdi bana” diyen uzak bakışlı kadının sözleri hâlâ kulağımda yankılanıyordu. Sesi bir bahar rüzgârı kadar yumuşaktı. Gözlerinde dalgalanan derin nehirler ve görkemli bir okyanus vardı. Toprağın ve rüzgârın dilinden anlardı, yelin tavrından… Uzun nehirlerden, zorlu göçlerden, yakılan ve kaybolan köylerden söz ederken kırılgan bir dala dönen sesinin büyüsü inanılmazdı. 

İçimdeki dalgalar, kasırgaya tutulmuş bir sandal gibi salınıp duruyordu.

Kurumuş bir nehrin yatağı, suskun bir dağ ve sessiz bir harabe gibiydim. Sesim yankısını yitirmişti. Uzun ve sessiz bir ağıt kaplamıştı odayı. Rüzgâr gece de esip duruyordu dalların arasından. Ve o akşam güneş batarken, “Bir çift yılan gibi kıvrılarak hareket eden gözlerden uzak durun” diyordu biri. Sesi buğulu bir vadide yankılanan bir çağlayan gibi gür ve berraktı. “Dağlar yoldaşın, rüzgâr rehberin olsun” demiş ve şöyle devam etmişti:




   “Ey döngüsü zamanın, ezeli ve ebedi olanın, 

Ey karanlıkları yara yara ilerleyen aydınlık,

Ey yıldızların bile parlamaktan çekineceği bir karanlıkta ışık olanlar,

Ey hakikatin önündeki taşları yerinden oynatmaya çalışanlar,

Ey o ıssız vadide yankılanan sözcükler… 

Ey fısıltı kadar hafif ama karanlık kadar derin bir sesle söylenen 

O kederli türküler.

Ey bizi ayakta tutan hakikatin gücü

Ey hakikat arayışında rüzgâra karşı yürüyenler.

Ellerini toprağa basıp yüzünü o görkemli dağlara dönenler… 

Ey kurtların uluduğu dağlardan gelenler.

Ey dualarıyla yola rahmet taşıyan anneler,

Barışın anneleri, beyaz tülbentli kadınlar

Arkadaşları Plaza De Mayo’dakilerin…”

 

Bu sözler nehir, öylece önümüzden akıp giderken söylendi. Ben de yazdım.

 

14 Şubat 2025 / Ankara, 



Yayımlamaya hazırladığım “Ezeli ve Ebedi Olana…” adlı dosyadan…



Picture of Celal İnal

Celal İnal

Tüm Yazıları