FEMTRAK – Dünya Dişidir, Dişi Dişlidir.

Zarif ve Asi; Renklerden Pembe

Zarif ve Asi; Renklerden Pembe

Elvis Presley’in ikonik 1955 Cadillac’ı, Marilyn Monroe’nun “Erkekler Sarışınları Sever” filmindeki giydiği vücudu saran bir elbise… Bu ikonik görsellerin ortak özelliği pembe… Modern dünyayı süsleyen en popüler renklerden biri, ancak zengin tarihi güzel görünümünden çok daha etkileyici.

Pembe, çiçeklerin en yaygın renklerinden biri olduğundan ve dünya çapındaki kültürlerde uzun zamandır güzellik ve zarafet nitelikleriyle ilişkilendirildiğinden, adını bitkilere borçludur. Örneğin, ‘pembe’ terimi Latince ‘roseus’ veya ‘gül’ anlamına gelir. İsmi pink olarak ilk kez 17. yüzyıl sonlarında kullanılan renk adını aynı adlı çiçekten; pembe-beyaz bir karanfil çeşidinden alıyor. Terim, 17. yüzyılda Yunan bir botanikçi tarafından karanfillerin dalgalı kenarları için verilmişti. Farsça pamuk, pamuk çiçeği anlamındaki “penbe” ise ünsüz benzeşmesiyle Türkçede pembe biçimini almıştır.

Doğal göze göre pembe, beynimizin tek bir renk olarak algıladığı, gökkuşağının her iki ucundan gelen kırmızı ve mor ışığın birleşiminden oluşur. Bir boya paletinde ise beyazla karıştırılmış kırmızının bir tonudur ve renk psikolojisinde kırmızının tutkusu ile beyazın saflığının karışımıdır. Kimileri için güç ve özgüven olan pembe, kimileri için küçük kızları, plastik bebekleri ve prenses kostümlerini anımsatır. Bir yandan sevgiyi, beslenmeyi ve şefkati simgelerken rahatlık, sıcaklık ve umut duygularını da uyandıran bir renktir.

Ancak çok az renk, pembe kadar politiktir. Bugün dünyanın büyük bir kısmında kadınsı olarak kabul edilse de 20. yüzyılın ortalarına kadar Batılılar bu rengi ya cinsiyetsiz ya da erkeksi olarak görüyorlardı. Anlamı geliştikçe pembenin toplumda meydana gelen daha geniş kültürel değişimin bir nevi ayna görüntüsü olarak kaldığını keşfetmek sizi şaşırtabilir.

Doğa, pembenin her tonuna sahiptir. Başta gül olmak üzere pek çok çiçek türü, yarı kıymetli taşlar, bazı doğal kumluk alanlar ve çöller, domuz yavruları, bazı hayvan türleri, bazı göller pembedir ya da gündoğumu ve günbatımı gibi pembe içerir.

Rönesans’a kadar sanatta pembe kullanılmıyordu. İtalyan ressam Cennino Cennini, renk tonunu Venedik Kırmızısı ile Aziz John Beyazı arasında bir karışım olarak tanımlayarak bunu hem dini hem de üst sınıftan figürlerde diğer renkler arasında denge olarak kullandı. Bu dönemde pembe evliliğin, anne ile çocuk arasındaki ruhani birlikteliğin sembolüydü.

Madonna ve çocuk, melek ve azizlerle, Cennino Cennini, 1400

Ancak 1700’lü yıllara kadar moda ve iç tasarımda yaygın olarak kullanılmadı. En sevdiği renk pembe olan XV. Louis’in metresi Madame de Pompadour’un bu rengi ilk kez popüler hale getirdiği söylenir. Madame de Pompadour’un hamisi olduğu Sèvres porselen şirketi, pembenin bir tonunu yarattı ve onun adını verdi. Kaliteli Sèvres porselenleri 18. yüzyılda bir statü sembolüydü ve pembenin bu tonu, kraliyet sarayının zenginliğiyle ilişkilendirilmeye başlandı.

Zaten 18. yüzyıl Rokoko hareketinin coşkusu, pembenin Batı sanat tarihinde yükselişi için mükemmel bir ortamdı, dolayısıyla sadece kadın değil erkek modası da pembelenmişti.

Bu dönemde Fransa’da Jean-Honoré Fragonard ya da İngiltere’de Thomas Gainsborough gibi sanatçıların tablolarında büyülü ormanlardaki ışıltılı ortamlarda pembe giysili şımarık aşıkların fısıltılarını duyarız.  

Jean-Honoré Fragonard, Salıncak, 1767-68

Thomas Gainsborough, Howe Kontesi Mary, yak. 1764

Mavi ve pembeyi sarayın renkleri yapan Madame de Pompadour’dan sonra pembe, uzun yıllar romantizm ve baştan çıkarmanın rengi olarak kabul edildi. Pembenin aşkla anılması ise ilk kez 1884 tarihli ‘Çiçeklerin Dili’ kitabında geçiyor. Kitapta pembe karanfilin anlamının ‘bir kadının aşkı’ olduğu yazıyor. Bu dönemde kadınlar sadece Fransa’da değil, tüm Avrupa’da ve Amerika’da içten dışa pembeydi. Pembe kıyafetlerin seri üretimi rengin önemini azaltmıştı ve bu nedenle renk artık zenginlikle ilişkilendirilmiyordu.

1880’ler, A.B.D.

İpek tafta elbise, 18. Yy sonu, Avrupa

Japon estetiğinin ve kültürünün Batı’daki etkisini ifade eden 19. yüzyıl terimi olan Japonizm şemsiyesi altında pembe, Fransız Empresyonist ve Post-Empresyonist dönemin bir parçası oldu ve misk gülü, parlak çilek ve kirazın cesur tonlarına dönüştü. Oysa Japon kültüründe pembe, hayatın baharındayken savaşta ölen genç savaşçıları temsil eden erkeksi ve kederli bir renkti.

Kikukawa Eizan, Ogiya’nın Courtesan’ı Hanazome mektup okuyor, yak. 1810-1815

Edgar Degas, Pembe Dansçılar; Baleden Önce, 1884

Paul Gauguin, Cavaliers sur la plage (II) (Riders on the Beach (II), 1902

Tabii dönemin sömürge dönemi olduğunu unutmamalıyız. Örneğin, Brezilya’daki bazı ağaçların kabuğundan ve kırmızı özsuyundan pembemsi pigmentler elde etmek amacıyla Avrupalı tüccarlar köleleştirilmiş işçileri Brezilya’ya adını veren ağaçlardan o kadar çoğunu kesmeye zorladı ki, ülke neredeyse ormansız kaldı.

Bu arada, rengin sömürgecilikle daha gerçek bir ilişkisi de vardı: Bu süre zarfında Britanya İmparatorluğu o kadar büyüdü ki harita yapımcılarının dünya çapındaki bölgelerini işaretlemek için kullandığı pembe renk dünya haritasına hâkim oldu.

1897

Birinci Dünya Savaşı sonrasında pembe dikkatlerden kaçmış ve erkek egemen Sürrealizm, Dada ve Soyut Ekspresyonizm dünyalarında neredeyse hiç görünmemişti. Sürrealist tasarımcı Elsa Schiaparelli sayesinde pembenin modern hale gelmesi ancak 1937’de gerçekleşti; Shocking Pink parfümünün ambalajında kullandığı pembe tonu gerçek bir şok yarattı. Çünkü 20. yüzyılda rengi açılmayan kimyasal boyaların bulunmasıyla ortaya daha koyu, iddialı ve canlı pembe tonları çıkmıştı.

İkinci Dünya Savaşı sırasında pembenin itibarı yerle bir oldu, çünkü Naziler soykırımın bir parçası olarak toplama kamplarına götürülen farklı toplulukları tanımlamak için bir işaretleme sistemi oluşturmuştu ve pembe üçgen, “cinsel suçlu” olarak değerlendirilen kişilere tanımlanmıştı. Buna eşcinseller, biseksüeller ve translar da dahildi.

Nazilerin pembeyi kullanımı, pembe üçgenin eşcinsel hakları aktivistleri tarafından geri alındığı 1970’lere kadar kamuoyunda çok bilinmiyordu. İlginç yan not olarak eşcinsel hakları hareketi başladıkça, birçok erken dönem punk grubunun da pembenin benzer tonlarını kullandığını söylemeliyim.

Tarihçiler, pembenin kesinlikle kadınsı bir renk olmaya başlamasının İkinci Dünya Savaşı sonrası geleneksel Batılı cinsiyet rollerini yeniden oluşturma çabasının bir parçası olduğuna inanıyorlar. Bu dönemde pembe gibi parlak ve pastel renkler, savaş sonrası kadınları işgücünden uzaklaştırma ve geleneksel ev hanımı rollerini yeniden kurma çabalarının bir parçası olarak “kadınsı” renkler kabul edildi. Kadınları hedef alan birçok reklamda kadınlar fırfırlı, renkli kıyafetlerle gösterildi. Erkek modası ise askerlik üniformalarını yansıtacak şekilde sade ve nötr hale geldi. Kısacası savaş sonrası Amerika’sındaki markalaşma ve pazarlama sayesinde pembe her zamankinden daha fazla cinsiyet kodlu hale geldi ve yaygın bir “kızlar için pembe, erkekler için mavi” stereotipini pekiştirdi.

Rita Hayworth ile öne çıkarılan Woodbury Cold Cream, c. 1945.

1953’te, First Lady Mamie Eisenhower kocasının göreve başlama töreninde pembe bir elbise giydiğinde pembe tamamen kadınsı bir renk olarak kabul edilmişti bile. 1960’larda Jackie Kennedy ve Marilyn Monroe gibi tanınmış kişilerin onu lüksün işareti olarak benimsemesiyle cazibesini bir miktar geri kazandı. Pembe, 1960’ların Pop Art hareketi sırasında fuşya rengine döndü, 90’larda neonlarla dolu bir canlanma yaşadı, ardından Y kuşağının “cinsiyetsiz” sembolü haline geldi.

Andy Warhol, Marilyn 31, 1967

Oysa ultrasonla fetal cinsiyet tanımlamanın ortaya çıktığı 1980’lerde bebek kıyafetleriyle başlayan bir “pembe bir kadın rengidir” akımı vardı. Bazı bebek ve oyuncak mağazalarının kız çocuk reyonları günümüzde de devam eder şekilde tamamen pembeye dönmüştü. Düşünün ki Barbie’nin ana şirketi ‘Barbie Pembesi’ adlı bir renk tonunun telif hakkına sahip. Bu konuda bir not da eklemeliyim: 2023 yılında Greta Gerwig’in Barbie filmi, pembeye bürünmüş “Barbiecore” çılgınlığının yeniden yükselişine neden oldu.

1980’li yıllarda Yves Saint Laurent’in fuşya fiyonklu elbiseleri ile Christian Lacroix’nin sıcak (pembe) kek gibi görünen kabarık elbiseleri göz kamaştırıyordu. Üstelik tüm kadınlar Grease filmindeki pembe tonlarında giyinmeye başlamıştı.

Ayrıca punk müziğin yükselişi de pembeyi sahnede zirveye taşıdı. Courtney Love’ın sahnede ikonik pembe Stratocaster gitarını kullanması ve pembe renkli babydoll elbiseleri giymesi grunge sahnesinde pembeyi popülerleştirdi.

1990’da Madonna’nın Blond Ambition turnesinde giydiği efsanevi Jean Paul Gaultier tasarımı fütüristik ve ikonik büstiyeri ile 1991 yılında Paris’te Azzedine Alaïa’nın popüler indirimli giyim zincirinin pembe-beyaz “vichy” ekoseli “Tati Koleksiyonu”nu piyasaya sürmesi diğer muhteşem anlardı.

Pembe, 90’lardan itibaren özellikle kadın hakları ve sağlık hizmetleriyle ilgili siyasi aktivizmin rengi olarak da hızla yükseldi. Bunlardan biri pembenin kadınsı çağrışımlarını iyilik için bir güç olacak şekilde kullanan Meme Kanseri Bilinçlendirme Vakfı’nın 1990’ların başında konuyla ilgili tabuyu kırmayı amaçlayan bir amblem olarak pembe kurdeleyi uluslararası sembol haline getirmesiyken bir diğeri 1999 yılında Monica Helms tarafından tasarlanan ve trans kadınların cinsel kimliğini vurgulamak için pastel mavi ve pembe şeritlere sahip olan trans bayrağı oldu.

Pembe günümüzde de çeşitli popülist nedenlerle kendini hatırlatan bir renk. Örnek olarak film yapımcısı Wes Anderson’un 2014’te “Büyük Budapeşte Oteli” filminde retro bir pembeyi rüya gibi set tasarımlarına dönüştürmesini ya da Apple tarafından 2015 yılında Iphone Rose Gold tasarımının piyasaya sürülmesini verebiliriz.

Bugün pembe, gücün ve birliğin simgesi, ayrıca fark ettiğiniz gibi söyleyecek çok şeyi var. Kadınsılıkla ilgili bazı çağrışımları hâlâ korusa da büyük ölçüde çift cinsiyetli bir renk olarak görülüyor. Sanat veya giyim zevkiniz ne olursa olsun, pembe sürekli değişen kültürümüzle birlikte gelişmeye devam ederken, size uygun bir tonu ve ona eşlik edecek politik (veya apolitik) bir ifade bulabilirsiniz.

Ayşe Bayvas
Fethiye, 04.04.2024

Picture of Ayşe Didem Bayvas

Ayşe Didem Bayvas

Tüm Yazıları