
İstanbul,06-02-2025
Yaş Almak Ama Nerede ve Nasıl?
Sevgili Zehra,
Beraber geçirdiğimiz güzel ve üretken İstanbul günlerinden sonra yine Köln- İstanbul mektuplaşmalarımıza geri döndük. Kış aylarını ikimiz de sevmiyoruz ama yaşamın değerini daha fazla fark ettiğimiz bu yaşlarda artık kış ayları bile beni çok mutsuz etmiyor, özellikle de hastalanmadığım; grip, soğuk algınlığı geçirmediğim bir kış olursa mutlu bile oluyorum.
Sezonun en yoğun olduğu şu soğuk günlerde, neredeyse haftanın çoğu gecesi tiyatrolara koşturmak, her gece bir sürü seyirciyle bir topluluk ruhu, buluşma ve paylaşma duygusu yaşamak bana iyi geliyor. Herkesin tek başına sosyal medyada yaşamaya çalıştığı sanal topluluklara karşın ben oyunlarda tüm bir salonun kalp atışını, enerjisini birlikte gülüp birlikte düşünmenin, duygulanmanın keyfini yaşıyorum. Sırf bu nedenle bile tiyatro sanatına çok şey borçluyum. Özellikle sahne ve seyirci arasındaki o iletişim ve enerjinin yüksek olduğu anlar, kolektif bilincin gücünü ve ne olduğunu fark etmek, sistemin yalnızlaştırmaya, sanal alanlara sıkıştırmaya çalıştığı bireylere, hala fiziksel olarak buluşulabileceğini, hiç tanımadığı insanlarla bile ortak duygular, farkındalıklar yaşayabileceğini kanıtlar nitelikte.
Altın Kızlar
Gelelim yaş alma ve hastalık meselesine, evet bedenimiz tabii ki yıllarla birlikte farklılaşıyor ancak ruhumuz sanırım böyle bir süreç yaşamıyor. Tabii bu bizim elimizde. Ben 93 yaşında annemin hiçbir zaman hastalık konuştuğunu duymadım. Çevresindeki arkadaşlarına da bunu öğretmiş olmalı ki din, para ve hastalık konuşmayı yasaklamıştı. Grup lideri olarak asker eşi dul kalmış bütün arkadaşlarını eşler öldükten sonra evden çıkarmış ve onları maddi olanakları yettiği derecede yurt dışı ve yurt içinde gezilere götürerek özgürleştirmişti. Onca yıl koca, çocuk, zorlu şartlardan sonra, eskiden en az 10, 15 hatta daha fazla yaş farkıyla evlenen bu kadınlar için tıpkı Arslanköylü kadınlar gibi dulluk neredeyse bir ödül, ilk kez kendi hayatlarını yaşayabilecekleri bir zaman ve ortam oluşturmuştu. Annem 55 yaşından 87 yaşına kadar bu gezileri ve grupları sürdürdü. Bu kadınlar o kadar moralli ve mutluydular ki çoğu uzun yıllar yaşadı hala da aralarında hayatta olanlar var. Bir kadın grubu olarak kendilerine ‘’Altın Kızlar’’adını takan bu topluluk, askeri orduevlerinin kayıtlarına bile böyle geçmiş ve fotoğrafları lobilerde paylaşılmıştı. Askeri kurallar içinde ve bu kadar eril ve resmi bir ortamda pek mümkün olmayan bir durumdu bu. Tüm bunlara öncü olan annem şu an düşüp kalçasını kırdığı ve yürüteçle yürüdüğü halde hala hiçbir sağlık sorunundan söz etmeden, artan demansına ve hiç duymayan kulaklarına karşın bana ‘’yazın nereye gideceğiz?’’ diye soruyor.
Annem, kocaları gezdirmezse sokağa bile çıkmakta zorlanan bu kadınlara başka bir hayat hediye etti ve hepsi de onun için güzel dileklerde bulunduğu için kendini her zaman mutlu hissetti. Bu nedenle hastalık konuşan yaşlılara pek rastlamadım ben. Annem yasakladığı için mi yoksa hastalıklarıyla beraber eğlenebileceklerini gördükleri için mi bilmiyorum kimse şikayet etmiyordu. Son yıllarda biz kızlar da artık yaşlandıkları için bu gruba destek olmak zorunda kaldık ve onların yaşam enerjisine şaşırarak onlara eşlik ettik. Biz yerimizden kıpırdamazken onlar sahnede dans ediyor her anın keyfini çıkarıyorlardı. Genelde bunlar çok entelektüel kadınlar değil, çoğu lise mezunu, öğretmen vb. Birkaç tane üniversite mezunu da var. Tabii amaçları sadece eğlence de değil, hepsi annemin de öncü olmasıyla üniversite öğrencilerine burs veren, sosyal sorumluluk alanlarında etkin olmaya çalışan kadınlardı. Hatta bu eril militarist ortamda Emekli Subay Eşleri Derneği gibi bir kadın derneği kurmayı bile başardılar ve artık sosyalleşemeyecekleri bir noktada dernekte biriken tüm parayı bana vererek üye olduğum ÇYDD Beyoğlu Şubesi’ne bağışlamamı rica ettiler. Eğitime destek olmak onlar için her zaman en anlamlı şeydi. Kendi kadın arkadaşlarımı da düşününce ‘’kadın kadının yurdudur’’ deyimi bana her zaman çok anlamlı geliyor. Çoğumuz boşanmış ya da yalnız kadınlar olmamıza karşın yaşam enerjimizden hiçbir şey kaybetmeden üretkenliğimize devam ediyoruz. Birbirimizden aldığımız desteklerle güzel işler yapmaya çalışıyoruz. Benim editörü olduğum tiyatro dergisi de, bu mektupları yayınladığımız Femtrak ta sadece kadınların enerjisiyle ve yaş almış olanların girişimiyle çıkan dergiler.
Ben bir yandan yaş alma sürecimi gençlerle birlikte ürettiğim, onlarla sıkı bir iletişim ve etkileşim halinde olduğum için farklı yaşıyorum. Bulunduğum her ortamda her kuşaktan insan olması benim kendimi hem güncellememi hem de benden önceki değerli kuşakları model almamı sağlıyor. Tabii yeni olana kolay adapte olmanın yolu da eleştirmek yerine anlamaya çalışmak. Bu herkes için çok kolay değil, genelde yaş alanlar muhafazakar da olabiliyor. Tabii muhafazakarlık tanımı, güzel şeyleri korumayı, aktarmayı da içeriyor ama genelde hep gençleri eleştiren bir bakış baskın. Oysa önce onları anlamak sonra bazı değerlerimizi doğal olarak onlarla paylaşmak daha kolay.

Farklı Kültürlerde Kadın Olmak ve Kadın Dayanışması
Bu günlerde Virginia Woolf Olsa Ne Yapardı? Bir Kadının Yaşlanma Serüveni adlı bir kitap okudum. Tabii adından dolayı farklı beklentilerle almıştım. Ancak adıyla pek ilgisi olmayan, Amerikalı kadınların yaşlanma serüveniyle ilgili ve bizlerden çok farklı yaşayan ve çok bireysel sorunları olan kadınların paylaşımları beni şok etti. Nina Lorez Collins menopoza girerken, kitapla aynı isimde bir facebook grubu kurarak tüm Amerikalı kadınlarla her tür özel alan ve bireysel sorunları paylaştıkları bir platform yaratmış. O kültür için çok anlamlı ve önemli olabilir ama ben bizim bu sürecimizi en azından kendi küçük çevremizde ne kadar farklı geçirdiğimizi görünce kültür farkının ne olduğunu bir kez daha anladım.
Biz belki de sorunlarla dolu ülkemizde bireysel olanla, menopoz süreçleriyle hiç yüzleşmeden toplumsal sorunlarla uğraşıyor, bu sorumluluğu da sanatla, politikayla, sosyal sorumluluk projeleriyle iç içe götürüyoruz ve onların kabus olarak değerlendirdikleri ve birlikte paylaşarak aşmaya çalıştıkları yaş almadan kaynaklanan menopoz, depresyon,vb. sorunlarını ancak hastalıklarla fark ediyoruz. Oysa onlar östrojen yoksunluğu, bu dönemdeki cinsel sorunlar, bedenin değişimi vb. şeyleri bir trajedi olarak gördükleri için bir platform kurup birbirleriyle paylaşarak çözümler bulmaya ve moral kazanmaya çalışıyorlar. ‘’Özel olan politiktir’’ bizim için aile içi şiddet, istismar gibi konularken, onlar için o kadar farklı görünüyor ki… Tabii asla eleştirmeden anlamaya çalıştım ve kafam karıştı biraz. Öyle ya da böyle kadınlar sorunları birleşerek, paylaşarak birlikte aşabilen bir cins. Kültür farkı ne kadar derin olursa olsun her zaman ve her koşulda birbirinin yurdu olabiliyorlar.
Oysa biz bugün depremin 2. yılında, acımız hala sımsıcakken ve neredeyse yaralar hiç sarılmamışken, açgözlülük sonucu ihmaller yüzünden çıkan son yangının acısını ve sokakta açlıkla mücadele eden, parasızlıktan işsizlikten tükenmiş gençleri, sadaka gibi maaş alan emeklileri, her gün erkek şiddeti sonucu can veren kadınları ve kutsal aile içinde ruhları bedenleri sakatlanmış çocukları düşünürken yaş alma sorunlarını o kadar da büyütmüyoruz sanki diye düşünüyorum. Coğrafya kader değil belki ama kötü yönetimler ve politikalar maalesef kader gibi olmaya başladı güzel ülkemizde. Burada yaşayan kadınların da öncelikli sorunları çok farklı doğal olarak, tabii mücadeleleri de.

Komşumuz Suriye’de Kadınların Geleceği
Şimdi komşumuz Suriye’de terörist, fanatik İslam bir devlet kuruluyor ve ben oradaki kadınların nasıl yaşayacaklarını düşünüyorum. Şimdiden kendinden olmayan meshep ve topluluklara yaptıklarını düşününce kadınlar Afganistan benzeri, pencerelerin de yasaklandığı karanlık odalarda oturmaya mahkum olabilirler. Sosyal hayatları tamamen yok edilebilir. Zorla kapatılmalarıysa an meselesi.
Umarım bu coğrafyada da kadınlar bir gün birleşerek ve güçlenerek kendi mücadele yollarını ve kadın olmanın, tüm ötekileştirilenlerle birlikte bireysel ve toplumsal sorunları aşmanın yolunu bulabilirler. Onlar belki de Amerikalıların kabus olarak gördüğü menopoz ve yaş alma sürecini göremeyecek yaşlarda bu dünyadan ayrılacaklar ve kadınlıklarının farkına bile varamadan zorlu bir yaşam mücadelesini sürdürmeye çalışacaklar.
Mektubumu yine de umutla bitirmek istiyorum. Kış aylarının sonuncusunu ve en kısasını yaşadığımız Şubat ayı bitecek ve Bahar yine gelecek. Üstelik şu an geçen yıl görmediğimiz kar İstanbul’u ziyaret ediyor ve ben bu beyaz umudu seyrederek mektubuma son veriyorum, Bahar’ın isyanıyla gelmesini umarak…
Sevgiyle kal
Tijen