FEMTRAK – Dünya Dişidir, Dişi Dişlidir.

Zehra İprişoğlu’na Mektup

Zehra İprişoğlu’na Mektup

2025’ TE DE YILMADAN, YORULMADAN YOLA DEVAM…

 

Sevgili Zehra,

Yeni yılın ilk mektubuna başlarken duygularım, düşüncelerim yoğun ama en önemlisi 2025 yılına olumlu bir enerjiyle ve güzel deneyimlerle başlamanın heyecanı. Bunda senin bir süredir İstanbul’da olmanın etkisi büyük. Çünkü her zaman söylediğim gibi senin olduğun yerde mutlaka bir toplanma, üretme, etkinlik ve paylaşım atmosferi oluşuyor. Bunlar bazen arkadaşlarla birlikte geçirilen keyifli ve verimli buluşmalar bazen de kamusal alanda toplumsal ağırlığı olan, sanatla ilgili halka açık söyleşiler, imza günleri ya da spontan gelişen buluşmalar. Geldiğinden beri  tüm bunları birlikte deneyimliyoruz ve sen gidene dek devam edeceğiz. En son etkinliğimiz de mektuplaşmanın büyüsü ve Femtrak Dergimiz’de 2 seneyi geçen, her ay birbirimize  yazdığımız bu mektuplar üzerine olacak . 11 Ocak’ta ÇYDD Beyoğlu Şubesi’nde gerçekleşecek bu etkinlik için çok heyecanlanıyorum ve bu mektuplaşmanın sosyal medyanın hız ve görsel bombardımanındaki gençlerin ne kadar ilgisini çekeceğini çok merak ediyorum.   

Gelelim mektubunda söz ettiğin Kırmızı Kedi Pera’da gerçekten, daha önce yaşamadığımız kadar sıcak, samimi ve katılımı yüksek, okuma ve paylaşma deneyimine. Senin eski öğrencin Eylem’in, kendi öğrencileriyle Hatırlayamadıklarımız romanın üzerine yaptığı paylaşım ve senin de aralara girerek katıldığın açıklama ve yorumlar gerçekten çok etkileyiciydi. Öyle ki sıcak bir aile atmosferi içinde çocuk tacizi konusuyla ilgili o anda spontan gelişen ifşalar, paylaşımlar bile yapılabildi. Herkes tek yürek olarak görülmeyen ellerle birbirine sarıldı, şevkatini atmosfere yaydı. Bir roman okumasından öte duygularımızı da harekete geçiren, birbirimize güç kattığımız çok özel bir etkinlikti. Femtrak ailemizden Cemile’nin katılımı ise bize tam bir sürpriz oldu. Ayrıca bu etkinlik benim de bu konuyla ilgili çalışmalarımı devam ettirmem için bir motivasyon oldu. 

2024’ü kapatırken güzel anlardan biri 

Yeni yılın hemen öncesinde yaptığımız üç kişilik Burgaz Ada gezisisinden de bahsetmek isterim. Bu küçücük gezi bile şehirden uzaklaşınca bedenimizi ve ruhumuzu kısmen arındıran bir deneyime dönüştü. Sakin, yemyeşil Ada, Aralık ayının nadir rastlanacak güneşli bir günü ve hemen dibimizde ışıl ışıl parlayan bir denizin kıyısında yediklerimizle, Ada’nın gösterişli, parlak tüylü sıcak kanlı kedileriyle ve vapur yolculuğu ve sohbetlerimizle geçmişteki olumsuzlukların üzerine sanki bir perde çektik. Adalar’ın varlığı gerçekten İstanbullular için çok büyük bir şans. Bir buçuk saat içinde sanki başka bir dünyaya geçebildiğimiz, şehir hayatının bir anda çok uzakta kaldığı özel bir deneyim. Tabii Yaz ayları artık maalesef bu kadar sakin olmasa da bahar ve kış aylarının cazibesi inkâr edilemez.  

Yılbaşı gecesi ve mutfakla imtihan 

Gelelim yılbaşı gecesi benim yaşadıklarıma ve kadınların mutfak deneyimlerine… Kutlamalara 2 gün önceden kızım ve nişanlısıyla başladık, aynen yılbaşı yemeği gibi bir sofrayla 93 yaşındaki annemi mutlu ettik. İkinci kutlamada ise anneme bakan Sevara, annem ve ben yalnızdık. Hindi yerine ben et ve tavuk yemediğim için balıklı bir menü hazırladık. Annemle 2 el tombala bile oynadık. Birini kazanınca çok mutlu oldu. Yani anneme iki kez yılbaşı gecesi yaşattık. 

Biliyorsun yemek yapma konusunda benziyoruz. Tabii ki bazı güzel şeyleri ben de dışarıdan aldım ama bazılarını da yapmayı denedim. Ben bu yemek konusunda tariflerin dışında değişik denemeler yapmayı ve sağlıklı şeyler uydurmayı ve yemeği seviyorum. Hala evli olsaydım bu özgürlüğüm devam eder miydi bilmiyorum. Canım istediği zaman uydurduğum şeyleri yapmak büyük bir özgürlük. Adı olmayan, var olan tarifler dışında bir şeyler deneyebilmek ve bunları yaparken mutfakla ilişkimi soğutmamak için de bu sırada müzik dinlemek iyi geliyor. Ama yemek yapabilen ve bunu seven erkek ve kadınlara da çok saygı duyuyorum ve bu üretimin cinsiyet rolleriyle belirlenmiş olmasına üzülüyorum. Kamusal alanda o güzel yemekleri bize yedirenlerin çoğunluğunun erkek olduğunu düşünürsek, evlerde neden bundan mahrum kaldığımız ayrı bir konu. Bu arada bazı kariyer sahibi kadın arkadaşlarım şahane yemek yapıyor ama beni kimse senin yaşadığın gibi aşağılamıyor. Hatta herkes güzel yaptığı şeyleri buluşmalarımızda getirerek sofraya katkı sağlıyor. Ama ben onlara giderken iyi yerlerden güzel şeyler götürüyorum ve bu da yadırganmıyor. Bu anlamda kız arkadaşlarımın değerini daha çok bilmeliyim diye düşünüyorum.

 

Ve Işıltılar içinde yine karanlık… 

Her yer ışıl ışıl, süslenmiş sokaklar, mağazalar, bir günlüğüne de olsa biraz gülen yüzler… Ancak yeni yılın umutları ve 2024’ün son günlerinde yaşadığımız güzel şeyler dışında maalesef karanlıklar da var ve bunlar devam ediyor, edecek. Geçen yıl maalesef 394 kadın erkekler tarafından öldürülmüş ve 259 şüpheli ölüm var. Bu rakamlar sadece birer sayı değil. Neden? Sorusu bu cinayetlerin kadınların en yakınındaki erkekler tarafından gerçekleştirilmesinin de cevabını içinde taşıyor. Kadın cinayetleri toplumlar muhafazakarlaştıkça daha da çoğalarak devam ediyor ve eril düzen özgürleşen kadınlardan intikamını çok kötü şekilde alıyor. Yanımda Sevara olduğu için Özbekistan örneği beni de yakından ilgilendirmeye başladı ve orada olanlara ilgim artmaya başladı. Sovyet rejimi sonrası millet ve ulus olma aidiyetini İslam dini aracılığıyla yaşayan bu toplum, ne yazık ki gittikçe muhafazakârlaşan ve dindarlaşan bir çizgide. Sevara’nın annesi okumuş bir kadın ama babası mesleğini yapmasına izin vermemiş. Adam kendi kızını da sadece 11 yıl okutup üniversiteye yollamamış. O nedenle Sevara buralarda çalışmak zorunda ya da ülkesinde ayda 100 dolar karşılığı fabrikalarda ucuz işçi olmak durumunda. Çalışma saatleri de 12 saatin üzerinde, tam bir sömürü ortamı. Sevara kendi kızını okutmak istese de eğitim çok pahalı, orada da üniversiteler ticarethane gibi olmuş. Parası olmayan gidemiyor. Aileler eğer imkanı varsa okutmak için önce erkek çocuklarına şans veriyor. Diğer yandan Sevara’nın annesi, kendisi ve bu kuşaklar açık ama 12 yaşındaki kızı kapanmış. Daha önce söylediğim gibi genellikle genç kızlar ve çocuklar moda olarak kapanıyor. Oysa anneler, anneanneler görece açık. Televizyonda spikerler, şarkıcılar bile daha kapalı giyiniyormuş. Sahne kıyafetleri çocukluğuna göre gittikçe muhafazakârlaşıyormuş. Sevara gençken öğretmenlerinin eğlenmek için öğrencileri götürdükleri içkisiz danslı, müzikli diskolarlardan söz etti. Gençler o mekânlarda dans eder, müzik dinler sosyalleşirmiş. Şimdi hepsi kapanmış. Dans da yok eğlence de. Taşkent’e oldukça yakın bir bölgede bir tek eğlence mekânı kalmamış. Sevara da dinle ilişkisini güçlendirmiş. Evine resim asmıyor, evde süs eşyaları yok, duvarlar bomboş, İslâm’da suret yasak diye. Ama bazen uzun konuşmalarımızda bunların ne kadar biçimsel olduğunu anlıyor ve bir uyanma yaşıyor. Garip olan din bilgisi de o kadar yüzeysel ki geçenlerde bana bizim peygamberin hangi milletten olduğunu sordu. Arap deyince de şaşırdı. Hiçbir şey bilmeden sadece yasakları ve korkularıyla bir din duygusu yaşıyor. Ama önce vefat eden annesinden sonra da benden inancın kalple bağı dışında biçimsel şeylerle yaşanmadığını dinlemiş, dinliyor. Sovyet döneminde laik bir ortamda yetişmiş annesini doğrulayan bir başka kadınla karşılaşınca her şey onun için biraz daha netleşiyor ve sorgulanır hale geliyor. Umarım onun hayatında az da olsa bir değişime neden olabilirim.

Mektubuma burada son verirken 2025’in özellikle biz kadınlar için daha aydınlık ve mücadelemizi ve dayanışmamızı güçlendiren bir yıl olmasını diliyorum. Seni de sevgiyle kucaklıyorum. Yakında ayrılacak olmamıza üzülsem de mektuplarımızla ve üretimlerimizle her zaman beraber olacağız. 

Sevgiyle kal 

Tijen (İstanbul, 5 Ocak 2025) 

Picture of Tijen Savaşkan

Tijen Savaşkan

Tüm Yazıları