
HAYATIN DÜĞÜMLEYİP ÖNÜMÜZE KOYDUKLARINA SAHNEDEN BAKABİLMEK
Sevgili Zehra
Öncelikle bunca zor zamanlardan sonra hala mektuplaşıyor olmamız beni ne kadar sevindiriyor bilemezsin. Sanki ikimizin de hayatında hiçbir şey olmamış gibi devam ediyoruz. Oysa ikimiz için de sağlıkla ilgili sorunlarımız bir çeşit deprem sarsıntısı yarattı yaşamımızda. Ama şimdi yepyeni bir düzen ve bakış açısıyla yola devam ediyoruz. Ben Sevara sayesinde özgürlüğüme kavuştum. Üstelik annem de gayret ederek yürüteçle yürümeye başladı ve bedensel kısıtların üstesinden gelmeyi başardı. Sen de yaşamın değerini daha fazla fark ettiğin için her anın kıymetini daha da fazla biliyorsun sanki.
Mektubuna Trump’la başlamışsın, evet insan şaşırmıyor değil ama bence Amerika için bunların hepsi göstermelik ve başkanların hepsi kukla gibi. Tabii farklı gibi görünseler de sonuçta arkada bambaşka stratejiler, politikalar ve lobiler var. Tabii bunları yürüten görünmez gerçek liderler… Yani siyah da olsa beyaz da olsa kızıl olmadıkça hiç fark etmiyor ki, zaten doğal olarak kızıla geçit yok bu ülkede. Onun için çok da şaşırmadım çünkü biz de 22 yıldır nasıl? Sorusunu sorup durmuyor muyuz?
Umudu, özellikle kadınlar söz konusu olduğunda baskıyı doğrudan yaşayan ülkelerde görüyorum ben. Son sıralarda yine İran’da… Çok acı sonuçları olsa da bu kadınlar kukla değil, tamamen gerçek. İslami Azad Üniversitesi’nde okuyan kız öğrencinin protestosu kukla kadın başkanlardan çok daha etkili sonuçlar doğurabilecek güçte.

Gelelim atölye çalışmasına, ben bir anda o kadar özgürleştim ki Nihal’le birlikte hayatta kalanları da ( çocukken tacize, tecavüze maruz kalanlar) içeren bir grupla atölye çalışmalarına başlayabildim. Canavar oyunu, senin Hatırlayamadıklarımız romanın ve bu konuda yaptığımız söyleşiler derken şimdi de sıra bir güçlendirme atölyesi sürecine evrildi. Bu konuda hayatta kalan bir aktivist olan Meliha Yıldız’ın öncülüğünde hem bunu yaşamış hem de konuyla ilgili sosyal hizmet uzmanı, avukat, gazeteci ve toplumsal cinsiyet odaklı çalışan yüksek lisans öğrencilerinden oluşan, karma bir grupla başladığımız atölye çalışmaları tahminimizden çok daha iyi gidiyor. İlk çalışmada daha çok ısınma, kaynaştırma ve yaratıcılığa yönelik oyunlar, uyum, güven çalışmaları ve görsel malzemeden yola çıkan doğaçlamalar yaptık. Grubun enerjisi ve birbirleriyle kurduğu iletişim o kadar güzeldi ki atölye sonrası uzun süre kopamadan sohbete devam etmişler. Tabii bu atölyelerde daha çok beden ağırlıklı, az söz kullanarak ve doğaçlamalarla ilerliyoruz. Söz, eyleme sadece gerektiğinde eşlik ediyor. İmgelerle çalışmak, donuk heykellerle güç ve baskı modellerini tanımak çok daha etkili ve katılımcıyı öyküyle sınırlamıyor. Donuk imgelerden harekete, sonra da ses ve söze geçiyoruz. İkinci atölye daha çok baskı modellerini tanımaya ve doğaçlamalarda çıkan güç ilişkilerinin hangi baskı modeli olduğunu analiz etmeye yönelikti. Bu hafta hem buna devam edip hem de ‘’kafadaki polis’’ yani kendi kendimize yarattığımız baskılara bakacağız. Tabii bunları oyunlarla, bazı tekniklerle ve doğaçlamalarla yapıyoruz. Çok eğlenceli ancak bir noktada da zorlayıcı ruhsal süreçler olası, ama bu zorlama farkındalık yaratarak ya da bunun sahne provasını yaparak güçlendirme hedefi taşıyor. Beş atölye bittiği zaman sana daha detaylı anlatırım, çünkü şu an biz de yolda geliştiriyoruz her şeyi, grubun ihtiyacına göre üst üste koyarak ve çok hassas bir şekilde ilerliyoruz. Çalışma öncesinde 2 saatlik bir psikolog desteği aldık ve hayatta kalanların hassasiyetlerini öğrendik. Umarım çalışma hedefine ulaşır ve bizler de ataerkil sistemin en uç noktası olan ve konuşulamayan bu konuda biraz olsun ses olabiliriz.
Çok Küçük de olsa karşı kamusal bir alan yaratmak şimdilik yapabileceğimiz tek şey, mesleğimiz tiyatro olunca elimizden bu kadarı geliyor.

Geçenlerde facebook ta bir tiyatro insanı paylaşmış ‘’ Tiyatro, hayatın düğümleyip önümüze koyduğu kimi bireysel ve toplumsal sorunlara çözümler arayan etkili bir sahne sanatıdır’’ diyor ama tabii ki çözüm sanatta değil, İKSV Tiyatro Festivali için İngiltere’den gelen Hamlet’in yönetmeni Declan Donellan, Peter Brook’tan bir alıntıyla ‘’dış dünyadaki sorunlardan ne kadar etkilensek de bunları çalışmamız içine koymak tehlikelidir’’ diyor ve ikisi arasında arabuluculuk yapılması gerektiğini söylüyor* Biz de bu atölyelerde bir çeşit arabulucuk yapabilecek miyiz bilmiyorum. Ama her yaş, konum ve kuşaktan kadınlar arasında böyle bir grup dinamiğinin ve güven ilişkisinin kurulabilmesi bile çok önemli. En azından bunu başarabilirsek çok mutlu olacağız.
Sana anlatmak istediğim ve tesadüfen yine bu konuyla ilgili bir festival oyunu daha var Hekabe, Hekabe Değil. Comedie Française yapımı, Tiago Rodrigues yönetmenliğinde inanılmaz bir yorum. Günümüzle bağları o kadar güzel kurulmuş ki… Ve konu bir yerde yine çocuğa şiddet ve tacize geliyor. Tıpkı yüzyıllar öncesinden Hekabe’nin 12 yaşındaki oğlunun başına gelenler gibi, oyunda Hekabe rolünü oynayan sanatçının otistik oğlunun da kaderi benzer. Yüzyıllar öncesinden ve günümüzden gelen iki kadının adalet arayışı çarpıcı. Tabii bir de Türkiyeli seyircinin Narin olayıyla ilgili duyarlılığını düşünürsen, geçmiş ve mitolojik öykü ile günümüz arasında kurulan bu bağ ve olağanüstü reji beni derinden etkiledi ve tiyatronun gücünü ya da ‘’arabuluculuğunu’’ bir kez daha kanıtladı. Üstelik bu konu da gerçek bir öyküden alınmış ve otistik çocukların yaşadığı bir bakımevinde gerçekleşmiş. Geçmişle bugünün iç içeliği, dekorun, oyuncuların ve rejinin mükemmelliği sanatın yaşamla kurduğu bağlar ve estetik düzey bu oyunda en üst noktadaydı.
Hayat ne ile uğraşırsan neye odaklanmışsan onunla ilgili şeyleri karşına çıkarıyor, ne garip değil mi?
Ben de bazen en sıkıştığım noktada karşıma gelen bu mucizevi raslantıları çalışmalarımda kullanıyorum. Bu atölyenin bir yerinde bir kadın ritüeli tasarlayarak bir şekilde Hekabe’yi de çalışmaya katmak niyetindeyim.
Gelecek mektubumda atölye süreci bitmiş olacak. O zaman sana daha çok şey anlatabileceğimi umuyorum.
Sevgiyle, sağlıkla kal
Tijen
* Art Unlimited, Declan Donnelan ‘’On Soruluk Sohbetler’’ söyleşi Ayşe Draz