FEMTRAK – Dünya Dişidir, Dişi Dişlidir.

KABAK ÇİÇEĞİ

KABAK ÇİÇEĞİ

KABAK ÇİÇEĞİ

Pamuk gibi görünen, mavinin tekdüzeliğini kıran bulutları görmek çok hoşuna giderdi. Kalabalığa karışmadan önce, bu manzara altında yaşardı. Üniversiteyle birlikte, bu manzarayı görebilmek için, başını epey yukarıya kaldırmak zorunda olduğu, duvarları yüksek, kalabalık bir şehirde yaşamaya başlamıştı. O yaşlarda gökyüzünü görmenin bir zorunluluk olacağını düşünmemişti, nasıl olsa yukarda bir yerde o manzara onu bekliyor olacaktı. Büyük şehir sokaklarındaki coşkulu kalabalık, rengarenk tabelalar ve sesler kalp ritmini artırıyor, bunu da heyecan sanıyor ve artık yukarı bakmıyordu. Coşkulu kalabalığın iş ya da ev fark etmeksizin kendi hapishanelerine doğru koştuğunu, rengarenk tabelaların sermayenin bir diğerini yerken kullandığı servis tabağı olduğunu, seslerin insan çığlıklarına benzediğini anladığında otuzlu yaşlarının sonuna gelmişti. Neredeyse yirmi yıl geçmiş, o hengame içinde, kendisine gölgesi uzun olacak bir geçmiş yaratmıştı. Gölgesinin uzunluğu, yürüdüğünü sandığı güneşin batmakta olduğunun habercisiydi ve karanlığın ağırlığı yüzünden arkasındaki gölgesi de kaybolmaya başlamıştı. Ne kadar hızlı yürürse yürüsün ışığı yakalayamıyordu. Mavinin tekdüzeliği, yerini siyahın yer çekimsizliğine bırakmıştı. Onu beklediğini sandığı manzara bir sonraki gün doğumuna kadar, ki ne zaman doğacağı bilinmezdi, karanlığa hapsolmuştu. 

Etraftaki karanlığın, içindeki karanlık olduğunu anlaması gereken çağdaydı. Artık sabah erken saatlerde topladığı, ince narin taç yaprakları yırtılmasın diye özenle iç içe geçirdiği kabak çiçekleri de yoktu. Duvarlar ve sesler arasında büyürken gökyüzünün rengini de unutmuştu. Mevsimsiz ve zamansız huzuru için kaç yıl geçmesi, kaç kitap okuması, ne kadar göz yaşı dökmesi, kaç kokuya burnunu tıkaması, kaç söze sağırlaşması, kaç soruya susarak yanıt vermesi gerektiğini bilmiyordu. Karanlıkta gözleri de işe yaramıyor, tabanlarından ve diğer duyularından başka sarılacağı bir şeyi kalmamıştı. Özlediği o mavinin tek düzeliğini ve kabak çiçeklerini bulma umuduyla yola koyuldu. Ceplerinde ne işi olduğunu anlamadığı iki yüzü ziftli siyah aynalara baktı önce, yanmış derisini her gün yüzdü, burnu sızlasa da kokuların içine girmesine izin verdi, susuz kalmayı önemsemeden ağladı, kulaklarından beynine giren kemirgen sözcükleri içeri davet etti, felçli dudaklarını şarkı mırıldanmak için kımıldattı. Ölmeden doğamayacağını, çocukken o manzara altında doğayla birlikte yaşarken öğrenmişti. 

…Ne kadar zaman geçti bilmiyordu, gözleri aralanmaya başladı. Karşısında bir beyazlık belirdi önce, bu bir duvardı. Duvarda bedeninin gölgesini gördü, güneşi arkasına almayı başarmıştı. Etraf detayları seçebileceği kadar aydınlanmıştı. Hiçbir yere gitmemiş, her şey bıraktığı yerdeydi. Başını yukarı kaldırdı, bulut yoktu ve mavi aynı mavi ama tekdüze değildi. Derisi parlak, canlı, gözleri ışıltılı, kulaklarında orman sesi, burnunda kabak çiçeği kokusu, dudaklarında gülümseme dışında, coşkulu kalabalık, rengarenk tabelalar… şimdilik aynıydı. 

Funda Sevencan

Ekim 2025  

Picture of Funda Sevencan

Funda Sevencan

Tüm Yazıları