FEMTRAK – Dünya Dişidir, Dişi Dişlidir.

SEDA’NIN SESİ

SEDA’NIN SESİ


SEDA’NIN SESİ

Züleyha Akın

Sitemize yeni bir komşu taşınmıştı. Birkaç eşya eve atıldıktan ve pencerelere perde çekildikten sonra işlerini tamamlanmıştı.

Ben, bu yaşadığım çevreye dışarıdan gelen birileri olursa mutlaka kapısını çalar bir istekleri olup olmadığını sorardım. Bu kez de aynısını yaptım. Aceleyle taşındıkları için abonelik işlemleri yapamamışlardı ve doğal olarak evlerinde elektrik ve doğalgaz yoktu.

Kapıyı çaldığımda kapkara gözleriyle insanı büyüleyen tipik bir Akdeniz kadını karşımdaydı. Yüreğinden gelen tebessümü beni kendisine çekmişti. Bir isteklerinin olup olmadığını sorduğumda, “Ahhhh canım benim. Evimizde ocak bile yok. Bir çay olsaydı, başka bir şey istemezdim” demesi beni duygulandırmıştı. Sözlerine şöyle devam etti. “Ben bu eve sıfır parayla taşınmak zorunda kaldım. Ev sahibi eşyalarımıza el koyunca neyi kurtarabildiysek aldık, geldik.”

O gün ve sonraki günlerde kahvaltı ve yemek bende yenecekti. Diğer komşularım bu yeni gelen komşumuza karşı son derece soğuk davranıyordu. Sanıyorum, kadınlar bu yeni gelen komşumuzu evliliklerine bir tehlike olarak algılıyorlardı. Neymiş efendim? Duyum almışlarmış, kadının psikolojik sorunları varmış. Hangimizin travmaları yoktu ki….

İlerleyen zamanlarda kadın bana daha çok bağlanmaya ve eski anılarını anlatmaya başladı. 16 yaşındayken baba baskısından kurtulmak için işsiz güçsüz bir erkekle Ankara’dan Adana’ya kaçmış. Kayınpeder, kayınvalide ve görümcelerin yaşadığı evde yaşama tutunmaya başlamış. Erkek kahvehaneden çıkmıyormuş. “Orada harcayacak parayı nereden bulduysa hiç bilemedim. Her gün çay kahve ısmarlamazlar ki…”

Babası orada yaşayan halalarıyla haber göndermiş “ben Seda’yı evlatlıktan red ettim” diye. Baba ocağından ayrılırken birkaç parça eşyasını toplarken annesi “git kızım, kendini bu cehennemden kurtar” demiş. “Bana göre hiçbir anne, kızının hiç tanımadığı bir erkekle bir bilinmezliğe gitmesini kabul etmezdi ama annem cebime harçlık bile koymuştu.” diye devam etti.

“Gittiğin yerde barınamazsan geri dönmen için yol parası mıydı?” diye sormadan edemedim. “Hayır. Çok aç kalırsam ekmek alabileceğim kadar yani çok az bir paraydı” demişti.

Sonraki süreçte bir kumaşçıdan çok ucuza satılan parça kumaşlar alarak evde teğelleyip yaşlı komşusu Şükran Teyze’ye giderek dikiş makinasında dikmeye başlamış. Üç beş kuruş eline geçtiyse de ya kayınpederi ya da henüz resmi nikah bile yapmayan kocası döve döve elinden alıyormuş. Seda, o günden sonra erkeklerden nefret ettiğini söylemeden edemiyor. Ne yazık ki hamile kaldığını geç anlıyor. Doğacak bebeğin babası, kürtajın çok riskli olduğunu bilmesine rağmen Seda’nın ölümü pahasına bebeği aldırmasını istiyorsa da kadın kabul etmiyor. O durumda bile feci şekilde dövülüyor ve cinsel ilişkiye zorlanıyor. Kimseyle görüşmesin diye odasına kilitleniyor. Sadece açlıktan ölmeyecek kadar ekmek ve su veriliyor. Aylar böyle geçiyor. Derken bir gece kapının kilitli olmadığını görüyor. Kaçıp gitmesi için kayınvalidesinin bilerek ve isteyerek kapıyı kilitlemediğini çok sonra öğreniyor. Doğuma haftalar kala kimseye görünmeden kayboluyor ve Ankara’ya geliyor. Baba ocağının kapısında kalıyor, annesi onu evine almıyor.

Geceleri uzun uzun söyleşilerimiz oluyordu. Polatlı’lı bir erkekten söz etti. “Annem babam hem vardı hem de yoktu ama o sırada Fikret karşıma çıktı. Oğluma öz babasının yapmadığını yaptı, büyüttü. Biz Adanalılar Yılmaz Güney hayranıyız ya oğlumun ismini Yılmaz koymuştuk. Ne yazık ki, ilerleyen yaşlarda aynı babası gibi asalak bir genç oldu.”

“Armut dibine düşer” derler diye bir söz vardım dedim, kendimce…

Genç kadın babasından nefret ediyordu. Bu konuyu hiç açmamıştık. Bir gün dayanamadı ve bana çok eski bir anısını anlattı.

Seda, beş yaşındayken televizyonda çocuk eğitim programlarını izleyerek okuma yazmayı sökünce, 6 yaşında ilkokula yazdırmışlar. Annesi ile babası her gün kavga edermiş. Sorunların çoğu ekonomik ve babasının başka kadınlarla ilişkisiymiş. 

Baba üst düzey bir kamu görevlisiymiş ama maaş aldığında eve para bırakmazmış. Anne çocuklarıyla birlikte, akşamları hava kararınca semt pazarına gider, sebze artıkları toplar onlardan yemek pişirirlermiş. Babaları ise eve alkollü ve tok gelirmiş. Evde 6 nüfus olunca en az 15 ekmek almak gerekiyormuş. Anne kendi apartmanında kapıcılık yapmaktan utandığı için başka bir apartmanda çalışmaya başlamış. Bu durumu babalarından gizliyorlarmış. Karısının kapıcılık yaptığı ya duyulursa… Onuru kırılırmış. Öğünleri ekmek ve makarnayla geçiştirmeye çalışırlarmış. 

Annesi, babasıyla kavga ettiğinde çocuklarını bırakarak baba evine gider uzun süre gelmezmiş. Babası çocukların eziyetine katlanamayacak duruma gelip de karısını geri getirinceye kadar çocuklar evde yalnız başlarına kalıyorlarmış. Bir akşam babası eve bir erkek arkadaşıyla gelmiş. Keskin bir anason kokusuna karışan Harman Sigarası eve sarmış. Berbat bir durumdalarmış. Babası Seda’yı uykusundan uyandırarak sofra kurmasını istemiş.

Annesi, büyük çocuklarını alarak bir akrabasına taziyeye gittiği için Seda evde yalnızmış. O yaştaki çocuğu evde tek başına bırakmak nasıl bir sorumsuzluk anlaşılır gibi değil ama olmuş işte.

Küçük kız evde ne varsa masaya getirmiş lakin babasının arkadaşı olan amcanın keskin bakışları çok rahatsız ediciymiş. Seda korkmuş. İki sarhoş adam masaya oturmuş ve yanlarındaki rakıyı da açarak içmeye devam etmişler. Seda odasına gitmek istemiş fakat babası izin vermemiş. Bu arada bu kötü bakışlı amca Seda’nın babasına sürekli içiriyormuş. Baba iyice sarhoş olup odasına gitmiş. 

Küçük kız salonun bir köşesinde korkudan titreye titreye otururken, “Amca” yanına gelerek saçlarını okşamaya başlayınca babasına seslenmek istemiş fakat adam kıllı elleriyle ağzını kapatmış. Kuş gibi çırpınıyormuş Seda. Kurtulması mucize gibi bir şeymiş. O anda olanca gücüyle o kıllı eli ısırmış. Saldırgan adam can havliyle elini çekince Seda fırlamış, ana kapıdan bahçeye kaçmış.

Hava soğuk ve rüzgârlıymış. Üşümeye başlamış. Gidecek bir kapısı olmadığı ve geri dönemeyeceğini anlayınca apartman bahçesindeki köpek kulübesinin içine girmiş. Kulübenin yuvarlak tahta kapısını usulca çekmiş ve beklemeye başlamış. Babasının arkadaşı bahçede her yeri aramış, Seda’yı bulamayınca kaçıp gittiğini sanarak eve girmiş. Küçük kız o gece sabaha kadar, nemli ve soğuk ortamda kaldığı için akciğerlerini üşüterek yıllarca bu hastalıkla boğuşmuş.

“O geceden kalan bir hediyeydi bu hastalık bana… Namusumu kurtarmıştım ama yıllarca hastanelerden kurtulamamıştım” diye devam etti.

Sabaha doğru adamın gittiğini gördükten sonra eve girip babasına neler olduğunu, o korkunç geceyi anlatıyor. Babasının arkadaşından hesap sormasını beklerken, baba, “kimbilir, sen arkadaşımı nasıl TAHRİK ETTİN ki, bunu yapmış” diyerek pantolonundaki kemeri çözüyor kızını acımasızca dövüyor. Bu korkunç olayı anlatırken üstündeki gömleği açarak omuzları ve sırtındaki yara izlerini gösterdi. İçim acıdı yaraları görünce. Kemerin metal kısımları kızın bedenine derin hasarlar vermişti. Aradan 32 yıl geçmesine rağmen yaraların izleri hâlâ duruyordu.

Seda, ancak 10 yıl sonra durumu kavrıyor ve babasına, “sen, bana tacizde bulunan arkadaşından hesap soramadın. Çünkü sen de onun evine gittiğinde o adamın küçük kızına sarkmışsın. O da bunun intikamını alıyormuş baba!” diyor.

Konuşmasının bu bölümünde sustu. Saat, gecenin üçü olmuştu. Birbirimize sarılarak ağladık. Ben evime döndüm fakat sabaha kadar uyuyamadım. Sanıyorum kendisi de uyuyamamıştır.

Seda oğlunu büyütmüş, meslek kazandırmıştı fakat oğlan çalışmayı sevmiyordu. Annesi, sağlığını tehlikeye atarak neredeyse iğneyle kuyu kazar gibi takı işleri yaparak geçimini sağlarken oğlu elinde avucunda ne varsa kapıp gidiyor, parası bittiğinde eve geliyordu. Bu şekilde yeni yeni hayal kırıklıklarıyla yaşamak genç kadına ağır gelmişti. Daha önce birkaç kez intihar teşebbüsünde bulunmuş, başaramamıştı. Bu kez yaşamına son vermeye kararlıydı. Sitede güvendiği ve sırtını dayadığı tek dostu bendim. Bu duruma elbette izin veremezdim.

Tam olarak 12 yıl komşuluk yaptık. Ev sahibi evi satınca bu siteden taşınmak zorunda kaldı. Bu süreçte gitmediğimiz psikolog/psikiyatrist kalmadı. Yüreği ve körpe bedenleri örselenmiş insanların tedavi edilmeleri çok güçtür. 

Zaman içinde şunu anladım. Taciz ve tacavüzcüler çoğu zaman uzakta/dışarıda değillermiş. Günlük yaşamımızda toplum içinde çok saygınlıklarıyla tanınmış kişiler de olabiliyormuş. 

Bu içimizdekileri nasıl ayıklayacağız? 

“O kirli ellerinizi çocuklarımızın, kadınlarımızın ve cinsel tercihlerini farklı yapan bireylerimizin üzerinde çekin!” söylemimizi kaç kişi duyuyor?

Seda ve Sedaların sesine ses olalım ki sesimiz daha gür çıksın!

Züleyha Akın 

Picture of Züleyha Akın

Züleyha Akın

Tüm Yazıları