
İstanbul,02-10-20
Sevgili Zehra,
Yaz ayları ne yazık ki bitti ama güneşli havaların devam ettiği İstanbul’da bu sefer bir kültür sanat heyecanı başladı. Bienal, film festivalleri, sergi açılışları ve tabii ki bizler için tiyatro sezonuyla beraber İKSV Tiyatro Festivali… Tüm bunlar kültür sanat alanına bambaşka bir enerji getiriyor. Bu arada umarım sen sarı Yaz’ın tadını Olimpos’ta çıkarabilmiş ve Kış için gerekli enerjiyi ve gücü toplayabilmişsindir.
Hep Bir Hayalin Var
Zor zamanlarla baş etmeyi üreterek ve sosyal hayattan kopmayarak becerebilmen, her şeye karşın en azından kendin için yeni sezondan bir oyun seçkisi ya da bir festival programı hazırlayabilme çaban bana hep örnek oluyor. Burada olmadığın için senin alanına giren toplumsal cinsiyet odaklı oyunları araştırman ve takip etmeye çalışman ve tabii tatilde da boş durmayıp yazdığın Bir Hayalim Var metninden bir performans taslağı çıkarabilmen beni şaşırtıyor. Yaşadığın zor koşulları ve eşinin sağlık durumunu bildiğim için bunlar bana kahramanlık gibi geliyor.
Üzerinde çalıştığın bu son metin, toplumsal cinsiyet ve kadın temsilleri odağında geleceğe dair umutlar ve mesajlar sunarken, kadın hayatlarına ilişkin, çocuklukta atılan ilk adımlardan başlayarak geleceğe uzanan güçlü bir düş yolculuğu sunuyor. Böylece yaşadığımız gerçeklikleri ironik biçimde yeniden kurgulayarak izleyiciyi düşündüren güçlü bir yabancılaştırma etkisi yaratıyor. Kadın yaşamının farklı evrelerini hayal gücüyle harmanlayarak sunan metnini görsel öğelerle destekleyerek özgün bir sahne kurgusu olarak biçimlendirmen, ne tiyatroya ne de performans sanatlarına bütünüyle uyan ancak metnin kendi doğasından türeyen melez bir performans estetiği ortaya çıkarmış. Bir Hayalim Var umarım birilerinin ilgisini çeker ve bir gün sahne diline dönüşmüş halini izleme şansımız olur.
Kadın Ölümlerinin Pornografikleştirilmesi
Gelelim bu mektupta sana söz etmek istediğim ve son günlerde dikkatimi çeken bir kadının ölüm haberine… Biliyorsun kadın cinayetleri artık günlük haberlerin bir parçası gibi. Ancak bu haberler zaman zaman hele bu kadın ünlü biriyse medyada resmen seyirlik şova dönüştürülüyor; ölümü, yaşamı, ilişkileri ve bedeni magazin malzemesi yapılıyor. ‘’İntihar mı cinayet mi’’ tartışmaları sürerken, kadın cinayetleri toplumun kanayan yarası olmaktan çıkıyor; reyting aracı haline geliyor. İşte en büyük çürüme de burada başlıyor. Çünkü bir ölüm artık bir “haber” değil, adeta bir “hikâye” haline getiriliyor. Bu da bize sadece cinayetin ya da intiharın değil, anlatılış biçiminin de nasıl şiddet içerdiğini gösteriyor. Rastladığım bir kanalda çok süslü dekolte kıyafetleri ve makyajlarıyla iki sunucu günlerdir şarkıcı Güllü’nün ölümünü pornografikleştirerek ekranları kilitliyor. Polisin yapması gereken her şeyi sahiplenmiş bu magazin kültürü ve programları, aynı görüntüler ve cümlelerle her gün bu olayı konuşup yorumlar yapmaya devam ediyor. Seyirciyi ekrana kilitleyerek aslında bir yandan da gündemi; ekonomik krizi, siyasi gelişmeleri maskeliyor ve Güllü’nün ölümünü en önemli haber ve gündem yapmaya çalışıyor.

Kadın cinayetleri/ intiharları çoğu zaman toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ataerkil sistemin ve medya ahlaksızlığının da bir sonucu. Bu pornografikleştirilmiş ölüm hikayeleri şiddeti her seferinde yeniden üreterek normalleştirip günlük hayatımızın bir parçası haline getiriyor ve bunlar üzerinden reyting devşirmeye ve para kazanmaya devam ediyor. Ünlü oyuncunun gizemli ölümü”, “Cinayetten önceki son görüntüleri”, “İlişkileri, skandalları, geçmişi”… gibi başlıklar atılıyor. Güllü bir kurban, ama anlatılan bir senaryo. Onun ölümü üzerinden merak, haz ve reyting arayan sistem, şiddetin ta kendisi değil mi?
Geçmişte yürüttüğüm yaratıcı drama atölyelerinde, “medya eleştirisi” başlığı altında gençlerle birlikte birçok farkındalık çalışması yaptığımızı hatırlıyorum. Bu çalışmaların en etkili örneklerinden biri, doğaçlamalar yoluyla kurgulanan şu senaryoyla gerçekleşmişti:
Parası olmadığı için evlenemeyen ve yüksek prim alacağı bir haber peşinde koşan bir muhabir… Reyting baskısı altında çalışan gazetecilere, medya patronu tarafından gelen sert uyarılar… Ve sonunda gelen bir yangın haberi…
Doğaçlamada, gazeteciler yangın yerine haber yapmak için koşuyor; fakat olay yerinde yardım etmek yerine, can çekişen insanları görüntülemeye çalışıyorlar. Haber, olayın insani yönünü değil, dramatik ve çarpıcı görüntülerini ön plana çıkaracak şekilde, adeta pornografik bir biçimde aktarılmaya çalışılıyor.
Tam bu noktada, öğrencilerden biri dayanamayarak elindeki kamerayı yere attı ve yaralılara yardım etmeye koştu. Onları ambulansa taşımaya başladı. Bu ani tepki grupta büyük bir şok ve derin bir farkındalık yarattı.
Bu çalışmayı her uyguladığımda, benzer şekilde bir ya da iki öğrencinin sahnedeki kurgudan sıyrılıp gerçek hayattaki etik sorumluluğa yöneldiğini gördüm. Sonrasında yaptığımız tartışmalarsa, tiyatronun bir eğitim aracı olarak ne kadar güçlü ve etkili olduğunu bir kez daha hatırlattı. Bu deneyimler, yaptığımız işe her seferinde yeniden inanmamı sağladı.
Seninle paylaşmak istediğim son şey, bu yıl senin maalesef katılamadığın Tiyatro Eleştirmeler Birliği ödül töreninde toplumsal cinsiyet ve kadın odağından bir sezon değerlendirdirmesi yapmış olmam. Böylece oyuncuların, yapımcıların, yönetmenlerin ve eleştirmenlerin olduğu bir ortamda bu konuyu tiyatro bağlamında gündeme getirmiş oldum. Az da olsa bir farkındalık yaratabilmişsem ne mutlu bana.
Bu mektubumu, ülkedeki tüm olumsuzluklara rağmen bir İstanbul sonbaharının yoğun kültür-sanat ortamında birlikte göreceğimiz, üzerine konuşacağımız ve özellikle kadın odaklı oyunların yorumlarını heyecanını paylaşacağımız günlerin umuduyla bitiriyorum.”
Sevgiyle kal
Tijen