Hamidiye Ünal / Mehtap Yılmaztürk
Niyet
Aslında tüm hikâye bir kırmızı bavul ile başladı. Aknehir KIRKYAMA PROJESİ Kadınlarına göndermek üzere kıymetli Hamidiye Ablamın rengarenk boncuklar, taşlar, inciler ve bir sürü değerli malzemeler ile doldurduğu bavulu, 20 sene sonra görüşme heyecanıyla birlikte teslim almak üzere Köln şehrine yanına gitmiştim ailemle. O gün oradan bu kadar zaman sonra kavuşmanın sevinci ve coşkusu içinde ikimiz için çok kıymetli bir niyetle ayrıldık. Niyetimiz 6 Şubat Depremlerinden bir sene sonra kırmızı bavulun peşinden gidip, Defne Aknehir köyündeki bir kadın grubuna eşlik etmekti. Kendileriyle birlikte boncuklar işlerken, çantalar tasarlarken, kadınlarımıza el uzatmak, dinlemek bir nebze yaralarına merhem olabilmek, güç vermek, birbirimize şifa olmaktı niyetimiz.
Ve biz, 14 Nisan’da bavulumuza sevgimizi, iyi niyetlerimizi, tecrübelerimizi, gücümüzü ve hayata dair öğrendiklerimizi doldurup, Adana havaalanından başladık bu macera dolu yolculuğumuza. Adana’dan İskenderun’a otobüs yolculuğumuzdan sonra, annem ve babam bizi Defne/Aknehir’e götürme sevinci ile bekliyorlardı. Henüz tanımadığımız, görmediğimiz ama bir hafta sonra yüreğimizin büyük bir kısmını orada bırakacağımız köye doğru yola koyulduk birlikte.
İskenderun’da fazla fark edilmeyen, ama Antakya merkezine yaklaştıkça gördüğümüz yıkımlar, enkazlar ve yağmurdan koruma amaçlı mavi brandalı sayısız konteyner kentler arabada yaptığımız sohbetleri bıçak gibi kesiveriyordu. Sessizleşiveriyorduk aniden. Depremden önce Medeniyetlerin beşiği diye anılan şehrin hüznü derinden ruhumuza kadar işledi yolculuğumuz boyunca. Karmaşık duygular içinde akşam saatlerinde Aknehir köyüne vardık.
Aknehir Köyü
Defne ilçesine bağlı olan, eski adıyla Nahırlı köyü, yeni adıyla Aknehir mahallesi, Hatay şehir merkezine yaklaşık 30 km uzaklıktadır. Asi Nehri Vadisi ile Büyük Karaçay Deresi’nin altında yatan, gittiğimiz mevsimde yeşilin her tonunu taşıyan, dağların içinde kurulu portakal, limon, nar, incir ve zeytin ağaçları ile çevrilmiş olan bir köy. Sevgili Sevgi öğretmenimiz, eşi Mehmet bey ve dünya tatlısı köpekleri Fındık bize kalpleriyle birlikte sıcak köy evlerini açarak, her gün bahçeden mis gibi kokan taze koparılmış portakallar, mutfağa adım atarken rehasıyla bize eşlik eden dağ kekiği kokusu ile etrafta gezinen mutlu tavukların yumurtaları ile bizi bir hafta boyunca şımarttılar.
Sabahları horozun kesik kesik ötmesiyle uyanıp, akşamları çakalların ulumaları, kurbağaların vıraklamaları, ateş böcekleri sesleri ve Fındık’ın havlamalarının temiz havayla harmanlanması, bizi anında uykuya davet ediyordu.
Her sabah saat 9:00’da, Fındık’ın eşliğinde Sevgi öğretmene ve Defne belediyesi tarafından kırkyama projesi kapsamında kadınlara verilmiş olan çalışma alanına yürüyorduk. Yol kenarında hasar görmüş enkazları ve hemen yanı başlarındaki çadırları, pembeli yeşilli ağaçlar ve inatçı güzellikleriyle gelincikler renklendirerek umudu yeşertmeye çalışıyorlardı. Yolun kenarlarında ise, esas bu güzel ve yaralı köye hayat ve umut saçan, plastik sandalyelerinde oturan güler yüzlü kadınlardı.
Belediye binasının yanına yerleştirilmiş konteynere giden yolda, kendileri ile sohbet ederek, her sohbette açık yüreklilikle çaya kahveye ve yemeğe davet edilerek yürüyorduk. Sıcakların arttığı o günlerde, konteynerde çalışmak günden güne zorlaştığı için, kadınlar geçici süreliğine belediye binasında toplanıp çalışmalarını yapıyorlardı.
Aknehir’in Çicekleri
Tanıştığımız kadınların her biri rengarenk çiçek gibi birbirinden farklı, sevgi dolu, büyümek ve büyütmek için her sabah toplanarak, birlikte üreterek var olmaya çalışıyorlardı. Deprem sonrası Antakya/Defne merkezinin yaşanılmaz duruma gelmesiyle, evlerini ve çalışma imkanlarını kaybeden büyük ailelerinin yanına sığınmak zorunda kalan yaralı kadınlar. Hane üzerine hane kurmanın zorluklarıyla mücadele ediyor, fakat bunun altında ezilmeyip, her gün öğrenmek ve üretmek için gruba gelerek dayanışma içinde birbirlerine destek oluyorlardı. Çalışma grubuyla birlikte kendilerine birkaç saatliğıne bile olsa aile kalabalığından ve sorumluluğundan uzak, nefes alabilecekleri ve kendileri olabilecekleri sıcak bir yuva kurmaya çalışıyorlardı.
Kırmızı bavuldan çıkan boncuklarla rengarenk broşlar, kolyeler tasarlıyor ve bağışlanan kumaşlar ile çantalar dikiyorlardı. Biz ise, bu süreç içinde birliğin gücüne inanarak, gruptaki her bir kadına olabildiğince ayrı ayrı el uzatarak, büyük bir mutluluk ile destek olmaya çalışıyorduk. Her sabah birlikte süvari Antakya kahvemizi yudumluyor, canı gönülden hazırlamış oldukları Antakya lezzetlerini bizimle kahvaltıda paylaşıyorlardı. Yalnız cömertçe sofralarını değil, aynı zamanda deprem esnasında ve sonrasında yaşadıkları onca zorlukları, kayıplarını ve korkularını da paylaşıyorlardı. Göz yaşımızı tutamadığımız ve birlikte hüzünlendiğimiz anlar, aşk, sevgi kavramlarını konuşurken kahkaha attığımız anlarla karışıveriyordu bazı günler. Gevşeme ve nefes tekniklerini her an hissettikleri gerginlik, korku duygularına karşı nasıl kullanabileceklerini praktiklemek daha da güç verdi her bir kadına.
Sinem Sal’ın dediği gibi ‘yara derin açıldığında içinde çiçek yetiştiriyorsun’. Orada bulunan her birimiz şu gerçeğin farkındaydık: Biz kadınlar birbirimize el uzattığımız, birbirimizi desteklediğimiz ve yüreklendirdiğimiz sürece, en zor yaşam şartları altında bile yeni umut dolu hayatlar yeşertmek mümkündür. Aknehir’in Çiçekleri bu bilinçle her sabah Defne Belediyesine giderek, birlikte üretip satışa sunarak, kendilerine ve ailelerine bir gelir kaynağı yaratmaya çalışıyorlardı.
Peki neden Aknehir’in Çiçekleri? Bir sabah birkaç kadınla buluşma alanına yürürken yanından geçtiğimiz bakkal sahibi gümbür gümbür bir ses ile: ‘’Günaydın Aknehir’in Çiçekleri!’’ diye selamladı bizleri. Bu metafor, kadınları o kadar güzel yansıtıyordu ki! Aknehir köyünde bulunan her bir kadın, yıkımların ve yıkıntıların arasından renkli bir çiçek gibi kendi ve ailelerinin hayatlarını yeşertmekteydi. Güzelim Aknehir köyü, çiçek kadınlarımızı ve onlar gibi yüzlerce acılı aileyi bağrına basmıştı.
Veda
Veda, insanı herhalde en çok zorlayan duygulardan biridir. Bazen, hayatın akışı bizi buna zorlarken, bazen de kendi irademiz ile “hoşça kal” deriz birbirimize. Kadınlarla buluştuğumuz son gün, birlikteliğimizi, verimli üretimimizi, bir sürü kıymetli paylaşımlarla birlikte geleceğe dair planlarımızı konuştuk. Her birimiz buluşmamızın kendisinde neler bıraktığını dile getirdi. Antakya’da çok sevilen, Arapça ‘’Asfour’’ şarkısını söylediler. Bir yorgun ve yaralı kuşun, pencereden seslenip, saklanmak istemesinin hüzünlü hikayesini anlatır “Asfour”. Onlar söyledikçe, biz göz yaşlarımızı tutamadık…
Büyük bir şükran duygusuyla birbirimize sımsıcak sarılarak, güzel niyetlerle ve üzüntüyle vedalaşırken her bir kadın tek tek, ‘bizi unutmayın’ dedi. Hamidiye Ablam’la şunu biliyorduk ki, niyetimizle başlayan ve bizi bu değerli kadınlarla birleştiren yolculuk, sadece bir virgülle şimdilik sonlanıverdi. En yakın zamanda tekrar kavuşmanın umuduyla “hoşça kalın” Aknehir’in Çiçekleri…
Su Taşı Samandağ Konteyner Kent
Yolculuğumuz, karmaşık duygularla üniversiteli öğrenci bursiyer kızımızın annesi Delal’ı ziyaret etmek üzere, Samandağ Konteyner Kentine doğru devam etti. Yol boyunca arabadan gördüklerimiz ise bu duyguları daha da artırıyordu: Boş, çatlak, yıkılmayı bekleyen bir sürü binanın arasında çadırlar, inşa edilmekte olan prefabrik evler, moloz dağları ve konteyner kentler, birbirine girmiş, kasvetli ve ağır bir manzara oluşturmuştu. Dükkanlar, bankalar ve fırınlar, yol kenarlarına yerleştirilen konteynerlere taşınmışlardı. Yıkıntıların arasında hayat devam ediyordu ve etmek zorundaydı. Fakat Aknehir Köyü’yle karşılaştırıldığında, çok daha perişan durumdaydı Samandağ.
Samandağ Konteyner Kent’in önündeki yolun kenarında Delal Hanım ve kız kardeşi Habka bizi, ellerinde ev yapımı ürünlerle doldurulmuş iki poşetle bekliyordu. Birbirimizi henüz tanımıyorduk ama, bir yakınını yıllar sonra tekrar görme sevinci ve samimiyeti içinde sarıldık. Ellerimizi sımsıkı tutarak yürüdük konteyner kentin içine. İçlerinde nice acılar barındıran, lego blokları gibi sıralanmış kutucuklar. Bizi, Habka hanımın iki yetişkin çocuğu ve muhabbet kuşları ile kaldıkları bir odaya, minik ‘’evlerine’’ buyur ettiler. Yan konteynerden gelen sohbetimizi engelleyen yüksek sesler, adeta kendi odalarının ortasındaydı. Bunun, her gün böyle mi olduğunu sorduğumuzda, ‘’saat gece 23:00’e kadar’’ demeleriyle birlikte, bize bir sessizlik çöktü. Bu gürültüyle nasıl uyunur, nasıl uyanılır diye kendi kendime düşünürken, Habka Hanım 24 yaşındaki kızıyla birlikte enkazdan nasıl çıktığını anlatmaya başladı. 6 Şubat deprem sabahı, binlerce insan gibi yataklarında yakalanmışlardı felakete. Annenin eli kolonun ağırlığı altında ezilirken, önce kızını göçükten çıkarmalarını istemiş. Kendisinin önce kurtarılması durumunda bina çökebilir, kızı enkazın altında ölebilirmiş. Anne, o korkunç, tarif edilmesi imkânsız ağrılar içinde, elini kaybetme pahasına, yine de önce evladını düşünmüş. Anne- Kız ağır yaralı kurtarıldıktan sonra, 7 ay boyunca Ankara’da bir hastanede tedavi görmüşler. Döndüklerinde evlerinin istimlak edilmiş olması aile için ayrı bir yara açmış. Büyük çabalar sonucu bir konteyner içinde oturabilme hakkı kazanmışlar. Burada ne kadar kalacaklarına dair bilgileri yok. Belki 5 yıl. ‘Evlatlarımın canına bir şey olmadı ya’ ‘dayanırım’ diyordu Habka hanım şükrederek. Kahvelerimizi içerken duygularımızı kontrol edemiyorduk. Acı hikayelerini paylaşırken bile bizden güler yüzlerini eksik etmeyen, kırılgan bir o kadar da güçlü bu kadınları dinlerken, derin bir hüzün ve çaresizlik sarmalına takıldığımızı hissediyorduk. Kim bilir, oradaki her bir kutu ev, anlatılmayı, paylaşılmayı bekleyen daha ne kayıplar ne acılar ve hikayeler barındırıyor içinde.
Ve yine veda zamanı gelmişti. Birbirimiz için var olmanın, paylaşmanın ve karşılıklı yaralarımızı sarmanın önemini ve ihtiyacını bir defa daha çok derinden hissederek konteyner kentten ayrıldık.
Giderayak, bize “yuvalarının” önündeki minik bahçeden nane kopararak, kendilerini unutmamamız adına bahçelerimize dikme sözüyle uğurladılar bizi. Biz sizi, Aknehir’in Çiçeklerini, Sevgi Öğretmenimizi, güzel ruhlu köpek Fındık’ı ve karşılaştığımız onca büyük kalpli, yaralı kadın ve erkekleri nasıl unutabiliriz ki? Antakya’nın merkezinde, Samandağ ilçesinde ve Aknehir köyünde gördüğümüz her bir kareyi nasıl unutabiliriz? Unutmayacağız Unutmamalıyız!
6 Şubat Depremi, üzerinden bir yıldan fazla bir süreç geçmiş olmasına rağmen, bıraktığı yıkımların, hasarların ve travmaların yanı sıra günlük mücadeleleri, belirsizlikleri ve geçim sorunlarını beraberinde getiriyor. Gerçek şu ki, bu büyük yükün altında en fazla kadınlarımız ve çocuklar eziliyor. Gözlerimizi deprem bölgelerine çevirerek, ne şekilde olursa olsun el uzatabilmek hepimizin insani görevidir. Ziyaret ettiğimiz birbirinden kıymetli STK’lar Hatay Travma Önleme Rehabilitasyon Merkezi-UTÖMER-, Serinyol El Ele Dayanışma Derneği gibi organizasyonlar, karşılaştıkları bir sürü sorun ve kısıtlamalara rağmen deprem bölgelerindeki aileler, kadın ve çocuklarla çalışmalarını sürdürüyorlar. Çabalarının ve gösterdikleri insani yaklaşımının hakkı ödenemez.
Hamidiye Ablam ve ben hiçbir kuruma bağlı olmadan, vicdanımızın sesini dinleyerek, bizi neler beklediğini bilmeden sadece kadınlarımızla dayanışma içinde olma niyetiyle koyulduk Hatay yoluna, kendisi Almanya Köln şehrinden ben ise İzmir’den. Paylaşmak, sevmek, sarılmak, dertleşmek, ağlamak, gülmek, şefkatle birbirimizin hayatlarına dokunabilmek çok kıymetli.
Siz dışardaki güzel kadınlar, belki siz de bir gün rengarenk bavullarınızla, sevginizi doldurup deprem bölgelerindeki kadınlara el uzatma niyetiyle koyulursunuz yola… Kim bilir belki de karşılaşır SEVGİ VE UMUT ÇEMBERİMİZİ her geçen gün biraz daha büyütürüz. İsterseniz bir manevi kızınız, kardeşiniz ya da mektup arkadaşınız olabilir. Susuz kalmasın çicekler.
Unutmayalım, unutturmayalım SEVGİ iyileştirir. Şimdilik “hoşça kalın”, sevgi yolunda karşılaşma ve dayanışma umuduyla….
‘Yeter ki solmasın sol göğsümün altında ki cevahir’. Nazım Hikmet
Mehtap Yılmaztürk, Diplom Pedagog, 1975 Antakya Hatay doğumlu, evli bir kız çocuğu annesi.
Çocukluğunu ve Eğitim Yıllarını Almanya’da geçirmiş, Münster Üniversitesinde lisans üstü pedagoji okumuş.
Hertie Vakfı, Herbert-Quandt ve Türk Alman Sağlık Vakfı’nın iş birliği ile hayata geçirilen Frühstart -Erken Başlangıç, kültürler arası eğitim ve öğretim projesini üç sene boyunca yönetmiş. (12 Çocuk Yuvasında çocuklara Almanca dil öğretimi, öğretmenlere kültürler arası eğitim proğramı ve ebeveyn çalışması).
2007 ile 2016 yıllarında evlenip Atlanta/ABD de yaşamış. Bir sene International Preschool Atlanta’da Atlanta’da Okul Öncesi Öğretmenliği yaptıktan sonra tekrar 2012 yılında Üniversiteye dönmeye karar verip Kennesaw State University Atlanta’da, MBA (Master of Business Administration) okumuş.
Amerika’dan sonra dört senelik bir Almanya geçmişinden sonra ailesiyle Izmir’ e taşınmış ve 5 yıldır bu Kentte yaşamakta. Izmir Gelişim Kolejinde 3 sene Almanca Öğretmeni olarak çalıştıktan sonra, ağırlığı bireysel çalışmalara vermiş.
Köln Caritas Terapi Merkezi’nde travma geçirmiş göçmen kadınlara yönelik grup sanat terapi programı tasarlamış ve Uzman Psikolog ve Psikoterapist Hamidiye Ünal eşliğinde uygulamış.
Kendi göç hikayesine ve farklı ülkelerdeki tecrübelerine dayanarak Kadınlar ve Göç konuları hayatında her zaman önemli yer almıştır.
Hamidiye Ünal, uzman psikolog, psikoterapist, aile terapisti, 1958 Zonguldak-Kdz Ereğli doğumlu, evli, 1980 den bu yana Almanya’da yaşıyor, 33 yıldır (Therapiezentrum für Folteropfer Flüchtlingsberatung-Caritas) Köln şehrinde işkence ve organize şiddete maruz kalmış, savaş ve iç savaş yaşamış travmalı mültecilere psikolojik tedavi ve psikososyal danışma hizmeti sunan kurumda psikoterapist olarak çalıştı. Göçmenlerin, mültecilerin psikososyal ve sağlık çalışma gruplarında aktif. Bilirkişi, aile, çocuk ve kadın ruh sağlığı, şiddet, yas- matem gibi konuların yanısıra Alman sağlık çalışanlarına çok kültürlü açılım seminerleri, yurt içi ve yurtdışı kongrelerde sunumları vardır. Ayrıca GTP-aktpt Türkçe konuşan Psikoterapi ve Psikososyal Danışmanlık Derneği kurucu üyesidir.
Bir yıldır emekli. Çeşitli projelerde gönüllü olarak çalışmaktadır.